Atatürk’ün tırnağı olmak…

BİLİYORUM; size gurur verecek, 50-60 yılda yaptığınız bir şey arıyorsunuz, ama
bulamıyorsunuzdur…
Bir ender metro mesela…
Hani dünya ülkelerinde bilinen bir Türk markası otomobil…
Mesela bir görkemli ekonomi…
Bir tarım, bir ulaşım, bir eğitim, bir sağlık
Bilim adamları…
Buluş…
İcat…

Diyelim ki dünyaya gururla gösterebileceğiniz; bir sanat, bir moda, bir akım, bir ünlü yapıt, bir marka…
Yok…
Dün Çanakkale‘deki törenleri izlerken bunları düşündüm…
Tek gururumuzdur; dünyanın her yerinde bilinen, Mustafa Kemal’in o eşsiz ve şanlı özgürlük savaşı… Ve arkasından bir harabenin üzerine kurduğu, çağdaşlığa yüzü dönük laik cumhuriyet…
Göğsümüzü gere gere, dünyayla gösterebileceğimiz ve dün de Çanakkale’de bağıra çağıra göstermeye çalıştığınız tek gururumuz…

Ama ne yapacaksınız?..
Ne zamandır yerlere çalınan, horlanan, azarlanan, itilen, kakılan, tekmelenin bu ülkenin işte o tek gururu…
Altında savaştığı bayrağının üzerindeki kalpaklı fotoğrafının dahi göze battığı… Maddi mirası çiftliğinden, manevi mirası çağdaş kavramlara kadar, bıraktığı her
şeyin paramparça edilip yağmalandığı….
Her gece televizyonlarda aşağılanan-horlanan…
Gazete köşelerinde küfredilen…
Eserlerinin üzerine oturanların hışmına uğrayan…
İşte; o tek gururu bu ulusun…

Dün Çanakkale‘deki törenlere baktım uzun uzun…
Söylenecek çok söz yok…
Sadece…
Tırnağına kurban olun Atatürk’ün…

Bekir Coşkun (19.03.10 HaberTurk)

AYRILIK.. – Birhan Keskin

AYRILIK 

kaç gecenin çölüdür bu ayrılık

kaç şiirin dölüdür üstüme

örttüğün bu ince sessizlik

kalbim alış artık, kır kendini

kendi duvarında, sesini

kendi duvarına haykır.

 

tesadüfen birbirine rastlamış

başka başka aşklarsınız siz artık

geceyle gündüz gibi birbirine

ayrılmış. o ki rüzgâr, bir zaman

senin çölünde kumlar uçurmuş,

o ki gece ve esmer, görmüyor

sahrayı, sesi içinde karışmış.

 

her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer

kendi sabrını deneyen taş,

kendi uykusuzluğunda yatak oldun.

kül koy şimdi yanına korunun

seni kavuran onu da yakmasın.

aşkla besle kendini, gül yetiştir,

sardunya çoğalt.

ki, sen aşktan ve ayrılıktan

başka ne anlıyorsun.

 

BİRHAN KESKİN

BİRHAN KESKİN kitapları :

KİM BAĞIŞLAYACAK BENİ , 2005 , METİS YAYINLARI

BA , 2005 , METİS YAYINLARI

Y’OL , 2006 , METİS YAYINLARI

(1. FOTOĞRAF : UZAK filmi , NURİ BİLGE CEYLAN ,

 2. FOTOĞRAF : Crockett..)  

birer yabancı..

BİRER YABANCI..

‘ağır ve de hemen hemen tek başına bir içme süreci yaşamıştım dün..

‘dayıyla’ başladık içmeye.. tüm gündüz beraberdik.. sözde çalıştık , birkaç yere uğradık , iş yapar gibi yaptık.. daha sonra yolumuz nedense adana dostlar kebapçısına yöneldi.. öğleden sonra olduğundan sakindi lokanta.. dışarıdaki güneşli masalardan birine oturduk.. rakı istendi acil şekilde masaya.. birer duble içildikten sonra tansiyonlar normale döndü ve sinirler gevşedi.. çok acıkmışım.. mideme zararlı ne varsa istedim meze olarak , ama en güzeli nar ekşili roka salatası.. yedikçe acıkıyorum ve içim açılıyor sanki.. böyle bir lezzet olamaz.. bizim memlekette bu salataya taze nane ve maydanoz da koyarlar o zaman direk gökyüzüne doğru havalanırsınız.. hele hele yanında rakı da varsa..

neyse dayıyla iki saat orada demlendikten sonra çöplüğümüze döndük.. çöplüğümüzde ziftlenmeye devam ettik..  sohbet sohbeti açtı.. ‘dayının’ canı benden sıkkın , benim ki ondan.. ‘dayıyı’ bir ara oğlu aradı , evde ki bilmem hangi saçma nedenden dolayı onunla tartışmaya başladı.. dayı incileri diziyordu telefonda oğluna : ‘seni doğuran kadına söyle canımı sıkmasın daha fazla.. yeter be , yetmiş küsür yaşındayım kimse bu kadar kötü niyetli davranmadı bana.. bu son artık bir daha tekrar ederse  çekip gideceğim , kaçacağım.. sizin suratlarınızı görmemek , zırıltınızı , paranoyanızı çekmemek için..’ dedi ve telefonu oğlunun suratına kapattı.. sonra bana döndü ve yine bal damlıyordu ağzından : ‘çocuklarımın annesi olan kadın..’ diye başladı dert yanmaya ve esti , yağdı , gürledi..

kaç duble rakıdan sonra bilmem , canımın sıkıntısından biraya döndüm.. şişeleri dayının yanına yere diziyordum , ‘dayı’ yazacaktım her zaman ki gibi şişelerle.. fakat yazamadan  ‘dayının’ gelen ‘özel konuğu’ ortamı bozdu ve ‘dayı’  çıkmak zorunda olduğunu özürleriyle bildirdi.. tam iki kat yaşı var benden dayının : 36 X 2 = 72.. yaş farkına rağmen hayatımdaki en yakın arkadaşım oldu.. yaşına rağmen hiç of demiyor , yoruldum kelimesi yok lügatında.. en önemlisi yalan yok.. direk söylüyor söyleyeceğini , evirip çevirmiyor.. haklı da , haksız da olsa mermi gibi akıyor kelimeleri suratınıza.. neşelendiğinde ‘ben sahtekarım değil mi müdürüm’ der en nazik şekilde.. gülmekten çatlarsınız.. neyse dayı özürleriyle beni ‘sattığını’ söyledi ve çıktı ‘konuğuyla’..

kutsal yalnızlığıma kavuştum yine.. soap kills’in tüm albümlerini açtım , sesi yükselttim ve içerken , seninle fotoğraflarımıza bakmaya başladım.. daldım gittim sana..

kaç ay oldu  , kaç gün oldu göremedim seni..

kaç kere geldim de sana rastlayamadım o denizin yanında olmasına rağmen kapkara olan o şehire..

sokaklarında aylak aylak saatlerce dolandım.. parklarında oturdum.. oturduğun , çalıştığın  yerlere gittim , yoktun hiçbir yerde..

şaka gibiydi.. hayatıma usulca bir kenardan girdin , her noktasını işgal ettin ve bir gün birden kendini benden aldın , esirgedin.. her şey olmamış mıydı , her şey yalan mıydı , bir rüya mıydı.. sen yok olmadın aslında beni yok ettin..

kaç kere gittim o kara şehre.. kaç bin kilometre yol yaptım seni en azından görebilmek için.. ama her defasında hüsran , hayal kırıklığı.. her defasında yeni bir umutla şehre son sürat giriyordum ve saatler sonra yıkık  , yenik bir ordunun askeri gibi ya da diğer köpeklerce hırpalanıp benzetilen bir köpeğin kuyruğunu kıstırıp dönmesi gibi dönüyordum istanbula..

hiçliğime hiçlik katıyordu her kilometre.. yokken beni var etmen , sonra kendi ellerinle beni yok etmen , yok sayman acımasızca.. cezam acımasızca infaz ediliyor ve ben suçum ne bilmiyorum.. dayanabilmek için bu cezaya aylardır içtiğimin haddi hesabı yok.. içmediğim gün yok.. alkolle değiştirdim damarlarımdaki kanı , alkol akıyor damarlarımda  kan yerine.. neden diye sorsalar ‘küçük prensteki’ gibi neden içiyorsun bu kadar , oradaki ayyaş gibi ‘unutmak için’ derdim.. neyi unutmak için diye sorsalar cevabım farklı olur : ‘hiçliğimin , yok sayılmamın verdiği acıları unutmak için’ derdim..  

bunlara daldığım yerden ekranın karşısından kalktım.. kafam kazan gibi.. eve gittim yatağa kendimi attım.. yattığım yerden yine kendimi kandırmaya başladım ,  ‘yarın yine git o kara şehre erkenden.. yarın belki görebilirsin , belki rastlarsın’.. derken kendi kendime uyumuşum..

seni gördüm yine rüyamda.. her zaman görüştüğümüz haldun tanerin önündeki bankta bekliyordum seni.. arkamdan gelip yine gözlerimi kapatacak mısın ya da aniden yanıma pat diye oturacak mısın diye düşünüyordum.. aynı şeyleri ben de sana defalarca yapmıştım fakat sen yaptığında suda boğulurken bir anda oksijene kavuşur gibi heyecanlanıyor nefes nefese kalıyordum.. ben yaptığımdaysa bunları sen sigarandan bir duman çekerek ismimi uzatarak bana bağırıp neşeyle kızıyordun..

rüyamda da bekledim , bekledim seni.. bu sefer de gelmedin , seni beklerken derin bir çarpıntıyla yataktan fırladım.. inanılmaz bir baş ağrısı vardı.. sabahın beşiydi.. yatakta beş on dakika gözlerim kapalı uzandım.. seni düşündüm düşündüm , ağladım , yalvardım sana.. neden dedim neden..

gözlerim yaşla dolu fırladım yataktan , elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştirip attım kendimi arabaya.. o kara şehre doğru sürmeye başladım..  oturduğun mahalleye gidip evine en yakın otobüs durağında seni bekleyecektim..

saat altıyı geçiyordu gazı kökledim.. bir saniyelik gecikme belki seni görememe yol açacaktı..her şey yolunda giderken trafik birden durdu.. kaza olmuş , yolu temizliyorlardı.. sabır sabır dedim fakat küfrettim kendime..

bir süre beklemeden sonra trafik açıldı ve soap kills ‘tango’ diyordu ben iki yüzlere çıkarken.. bir anlık dikkatsizliğim ya da lastik patlaması son ‘tango’m olmasına yol açardı bu hızla giderken ama sensizlikten daha kötü ne olabilirdi ki..

kara şehre girdim son hızla.. şehir merkezini geçtim , arka mahallelere doğru sürdüm , trafik ışıkları hep yeşil yanıyordu ya da ben öyle sanıyordum..

ve senin mahallen ,  siten , durağın göründü sırayla.. hızımı azalttım sitenin olduğu caddeye girdiğimde.. yaklaştıkça kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu.. üç dört senedir böylesini yaşamamıştım.. durakta önce bir beyaz renk yoğunluğu gördüm kalbim çatlayacaktı sanki.. sen hep beyaz giyerdin – ya da mor-.. yaklaştıkça inanamadım sendin duraktaki , elinde laptop çantan , siyah ceketin ve beyaz , bembeyaz pantolonunla işte sendin duraktaki.. aylar sonra seni görüyordum ; kaç saniye , kaç saniyeydi.. bilmiyorum.. yavaşladım.. ve beni fark ettin sende görüş alanına girer girmez , fark etmemen imkansızdı ki.. aylarca bu arabanın içinde yaşamıştık adeta..

ve o an işte o an ,  beni fark ettiğin anda kafanı çevirdin ya..

yok olmak istedim o an , her şey dursun istedim , her şey son bulsun..

ilk dönebildiğim yerden döndüm geriye hemen , inip sana sadece ‘merhaba’ diyecektim ve devam edecektim ama döndüğüm yerde halk otobüsü önüme geçti , otobüs seni almadan onu geçmem lazımdı , geçemedim.. otobüsün arkasından beni görebileceğin şekilde hızla geldim durağa doğru.. ve sen benim geldiğimi gördün.. beni görmene rağmen yavaş yavaş acıyı kalbime sapladın , yokmuşum gibi benim olduğum tarafa bakarak otobüse bindin..

sen önde otobüste , ben arkada arabada şehir merkezine doğru yol almaya başladık..

aylardır kapalı olan telefonlarımdan birini açtım , sana ‘ne kadar komik değil mi birer yabancı gibi sen önde otobüste , ben arkada gidiyoruz’ diye mesaj attım.. kapattım hemen telefonu çünkü zevkle tatmak istiyordum bu acımasız yok sayılışı..

peşi sıra giderken otobüsü bir anda kaybettim bir kırmızı ışıkta salaklığımdan.. ben de direk çalıştığın işyerinin olduğu caddeye gittim , arabayı park edip caddenin girişine koştum.. yürümeye başladım caddenin diğer başına doğru ama yoktun etrafta , yürüdüm yürüdüm yoksun.. bir ara arkamı döndüm işte sen arkamdaydın , sessiz sakin ve hiçbir şey olmamışçasına yürüyordun.. görmüştün beni ve görmezden geldin yine.. ben de yürümeye devam ettim..

bir elinin arkamdan omzuma dokunmasını , seslenmeni bekledim.. caddenin sonu geliyordu yavaş yavaş ve düşündüğüm şey olmadı.. kimse dokunmadı ya da seslenmedi..

caddenin sonuna geldim , ne yapacaktım geriye mi dönecektim ya da hangi yöne gidecektim.. durdum , o an gözlerimi kapattım bir süre beklemek istedim , arkamdan yaklaşıp gözlerimi ellerinle kapatacağını hayal ettim.. zaman yavaşladı sanki.. kalbimin atışları da yavaşladı.. yanımdan , sağımdan , solumdan insanlar , arabalar geçiyordu ve ben gözlerim kapalı bekliyordum.. bana yaklaşan her ayak sesinde heyecanlanıyordum ama hiçbir el kapalı gözlerimi kapamadı..

gözlerimi açarken caddeye doğru döndüm.. seni iş yerine girerken gördüm.. bir yerde durmuş ya benim uzaklaşmamı beklemiştin ya benim ne yapacağımı izlemiştin ya da bir şeyler almak için bir dükkana girip çıkmıştın , yoksa çoktan işyerine girmen lazımdı..

döndüğümle kaldım caddenin başında.. hiçbir yöne kıpırdayamıyordum.. sabahın ayazı zaten donduruyordu.. ben var mıydım gerçekten bu dünyada , şu yaşadıklarım hepsi bir rüya mıydı..

bir süre öylece kalakaldıktan sonra caddeden aşağıya geri yürümeye başladım.. içim kan ağlıyordu.. ‘yok olsam yok olsam yok olsam’ diye sayıklıyordum kendi kendime..

arabanın yanına ulaştığımda son kez geriye dönüp caddeye doğru baktım bir umutla.. ama yoktun..

arabaya bindim..

senden , kendimden  , kara şehirden hızla uzaklaşmaya başladım..

hangi yöne nereye gidecektim ki olmadığım , yok sayıldığım bir dünyada..

bir bankın bile beni acıtıp , ağlattığı ; bankın yanından her geçişimde tüm ağırlığıyla , acımasızlığıyla kalbime saplandığı  şehre mi geri dönecektim..

her köşesinden , her noktasından  senin karşıma çıktığın şehre mi geri dönecektim..

her yerde sen ve senden bir şeyler var..

zaten sen nerede yoksun ki..

benim olduğum her yerde sen de varsın.. kendimden kaçmam lazım.. bir insan kendinden kaçabilir mi.. 

işte kaçıyorum kendimden..

kara şehirden otoyola çıktım , gazın sonuna kadar bastım yüz , iki yüz..

‘follow’ çalıyordu soap kills’ten ve her şeyden  , her yerden , kendimden uzaklaşıyordum..

ne olurdu ki bir merhabanı duyabilseydim..

ne olurdu ki..

bilmiyorum..

ama son bildiğim , öğrendiğim şu oldu : nereye gittiğini bilmez bir halde iki yüz kilometre hızla üç şeritli otoyolda ilerlerken birden önünüzdeki üç şeridin en sağındakinde beton kamyonu , diğerinde tır , en soldakinde de otobüs belirirse her şey birden duvar olur ve son olur.. 

Crockett..

(resim  :VINCENT VAN GOGH , fotoğraf : BLACKHAWK..)

EL SECRETO DE SUS OJOS – Gözlerindeki Sır.. – Juan Jose Campenalla

EL SECRETO DE SUS OJOS – GÖZLERİNDEKİ SIR..

 

Yönetmen : Juan Jose Campenalla

Senaryo : Eduardo Sacheri , Juan Jose Campenalla

Görüntü Yönetmeni : Felix Monti

Müzik : Emilio Kauderer , Federico Jusid

Yapım : Arjantin , İspanya , 2009

Süre : 127 dakika

Oyuncular : Ricardo Darin , Soledad Villamil , Pablo Rago , Javier Godino , Guillermo Francella , Jose Luis Gioia..

 

değerli bir arkadaşımın blog sayfasında okuyunca gittim aldım bu filmi.. onun beğenisine ve tahlillerine son derece güveniyorum..

 

hemen izledim , film gerçekten sıkı bir film , çok beğendim.. şimdi bazıları diyecek ki kardeşim sen de her izlediğini beğeniyorsun.. ama ben her filmi izlemiyorum ki , her filmi izleyecek vaktim yok , keşke olsa.. tavsiyelerden , hakkında okuduklarımdan ve hislerimle yola çıkarak genelde alıyorum tanımadığım , bilmediğim  yapımları.. 

 

oscarla adı anılan filmlere de nedense hiç sıcak bakmam.. lise yıllarımda ‘unforgiven’ı sinemada izlerken uyumamdan ve benimle arkadaşlarımın dalga geçmesinden  kaynaklanıyor belki de.. gerçekten bende bir oscarlı film antipatisi var ama nedenini hala çözemedim.. filmimiz de bu sene ki oscar ödüllerinden nasiplendi ve en iyi yabancı film ödülünü aldı..

filme tekrar geri dönersek : filmimiz güney amerika sinemasına olan hayranlığımı biraz daha arttırdı.. özellikle arjantin kökenli veya arjantin konulu filmler çoğaldı ve bu filmlerin hepsi de üst seviyede yapımlar oluyor.. el secreto de sus ojos en iyilerinden birisi.. koltuğunuza sizi yapıştırıyor ve filmden bir an olsun gözlerinizi ayıramıyorsunuz..

film 1999 yılında başlıyor.. emekli bir savcı yardımcısı olan benjamin esposito bir roman yazmayı düşünmektedir.. romanın konusu uzun süre önce gerçekleşmiş morales cinayetiyle ilgilidir.. kendisini ve hayatını oldukça etkileyen bu davayla iligili eski amiri ve çok sevdiği ama bir türlü açılamadığı irene menendez’in yanına gider.. bu konuyu irene’ye danışır.. irene eski yardımcısına önce karşı çıksa da daha sonra romanı yazması konusunda teşvik eder.. morales cinayeti savcı irene’nin de hayatına büyük etkide bulunmuştur.. bu andan sonra filmimiz geçmişe geri dönüşlerle hayli sürükleyici ve sizi koltuğunuza mıhlayacak kadar gerilimli hale gelir..

arkadaşlığın , sevginin , fedakarlığın , aşkın , adalete olan inancın güzelliklerini filme çok güzel işliyor yönetmen campanella.. bunun yanı sıra askeri darbe sürecinde ülkedeki değişimin nasıl adalet sitemine yansıdığını , kişisel hırs ve intikam istekleri için devlet gücünün nasıl pervasızca kullanıldığını da filmde işliyor campenalla..  arjantindeki askeri yönetimin nasıl insan  hayatının her milimine sızabildiğini ; nasıl insan öldürmenin olağan bir hale geldiğini ve faşizmin gözünü kırpmadan adalet mekanizmasını kendi kişisel çıkarları için nasıl fütursuzca kullanabildiklerini slogan atmadan çok güzel gösterip , o günleri hissettiriyor bizlere..

(fotoğraf : yönetmen ‘campenalla’..)

filmde özellikle öldürülen kadının kocasının karısına duyduğu büyük aşk ve onun ölümünden sonra onun için yaptıkları gerçek aşkın örneklerinden birisini veriyor bizlere.. 

filmin ana karakterleri benjamin ve irene’yi değil de bunların dışında filmde benim en sevdiğim karakter arkadaşı için çaktırmadan ölmeyi göze alan ve ölen alkolik ‘sandoval’ karakteri.. bittim izlerken sandoval’ı.. hele sandoval’ın , savcının bürosunu arayanları her defasında ‘yanlış numara burası kasap , berber , bakkal filan’ diye tersleyip telefonu kapatmaları benim ve ‘dayının’ çoğu zaman yaptığımız şeyler olduğundan gülmekten yıkıldım.. savcının bürosunda geçen sahnelerdeki diyaloglar mükemmel..

filmde bir stadyum sahnesi var ki küçük dilinizi yutabilirsiniz.. kamera gökyüzünden stadyumdaki kalabalığın içine kesintisiz şekilde inerek kahramanları buluyor ve bu andan sonra müthiş bir tek parçalık uzun kovalamaca sahnesi başlıyor..

beni etkileyen sahnelerden birisi de savcı irene ile yardımcısı benjamin’in , katile suçunu itiraf ettirmek için kurguladıkları mizansen ve katili çıldırttıkları sahne..

ama beni en çok etkileyen sahne  öldürülen morales’in karısının katilinin bir gün mutlaka tren istasyonundan evine gideceğini düşünerek istasyonda her gün sabırla beklemesiydi.. geçmişteki ve günümüzdeki bekleyişlerime götürdü beni.. sonsuz bekleyişlerime.. 

neyse filmi olduğu gibi yazmayalım buraya..  bir şey de kalmadı filmden zaten izleyeceğiniz.. şaka şaka , filmde çok yoğun ve karışık bir olay örgüsü var.. ana karakterler ve ana temalar dışında yan karakterler ve ara temalar da var..

filmdeki tek handikap son yarım  saatte artık tamamen filmin nasıl çözülebileceğini hissediyorsunuz.. senaryo burada biraz zayıflıyor ama bu benim bu filme on üzerinden on vermeme engel olmuyor.. iyi seyirler.. 

Crockett..   

 

Filmden unutulmaz replikler :

benjamin : ‘neden hiçbir şey yapamıyorum ? yirmi beş yıldır kendime bunu soruyorum ve yalnızca tek cevabım var :unut gitsin.. başka bir hayattı. bitti. sorma. başka bir hayat değildi. bu hayattı.. işte bu. anlamak istiyorum nasıl boş bir hayat yaşayabilir.. hiçbir şey ile dolu bir hayat nasıl yaşanır.. ‘

sandoval : ‘bir erkek her şeyini değiştirebilir. yüzünü, evini, ailesini, kız arkadaşını, dinini, tanrısını.. yine de değiştiremeyeceği bir şey var benjamin : tutkularını değiştiremez!’

Günün şarkıları :’Sen ve Ben’,’Tiempo Y Silenco’..

bugünün iki şarkısı var..

‘SEN ve BEN..’ – KRAMP

birincisi günlerdir müzik kutumuzdan dinlediğiniz yılların eskitemediği şarkılarıyla rock müziğin güçlü sesi KRAMP grubunun ‘SEN VE BEN’ şarkısı.. 1984 yılında kurulan ve bir çok özgün şarkıya ve albüme imza atan KRAMP’ın şarkılarını zaman eskitemiyor.. Grubun ‘TEK BAŞINA’ şarkısı bir manifestoydu.. ‘SEN ve BEN’ şarkısı ise.. dinleyin de siz karar verin..

SEN ve BEN..

Saçlarımız uçuşsun rüzgarda

Coşalım azgın sularla

Erişelim seninle bulutlara

El ele sen ve ben,

El ele sen ve ben.. 

KRAMP

‘TIEMPO Y SILENCO..’ (ZAMAN ve SESSİZLİK) – CESARIO EVORA  

günün diğer şarkısı da büyük üstat JULIO MEDEM’in bence bir başyapıt olan fakat herkesin burun kıvırdığı veya acımasızca eleştirdiği ‘CAOTICA ANA’ filminin eşsiz müziklerinden sadece birisi olan ‘TIEMPO Y SILENCO’ (ZAMAN ve SESSİZLİK) şarkısı.. filmin müzikleri beni filmin içine hapsetti bırakmadı.. (ayrıca bu filmi niye bu kadar sevdim , niye günlerce izledim bilmiyorum.. belki de filmin başında vurulan ve bir ağıtla gökyüzünden yere çakılan güvercinin gözbebeklerinde hiçliğimi gördüm..) CESARIA EVORA bu şarkıyı söylerken eşsiz sesiyle büyülüyor insanı.. 

 

(Fotoğraf : ‘Caotica Ana..’ – Julio Medem)

TIEMPO Y SILENCO.. 

una casa en el cielo
un jardin en el mar
una alonda en tu pecho
un volver a empezar 

un deseo de estrallas
un latir de gorrión
una isla en tu cama
una puesta de sol

nacer en tu risa
crecer en tu llanto
vivir en tu espalda
morir en tus brazos

tiempo y silencio
gritos y cantos
cielos y besos
voz y quebranto..

ZAMAN VE SESSİZLİK..
Gökyüzünde bir ev..
Denizde bahçe..
Göğsünde bir çayır..
Yeniden başlamak yıldızların isteği
Papağan dövüşü ve yatağındaki ada
Gün batımı… 

Zaman ve sessizlik
Şarkılar ve maniler
Gökyüzü ve öpücükler
Ses ve kayıplar…

gülümseyişinden doğdu
Gözyaşlarında büyüyor
seninle sırt sırta yaşıyor
kollarında ölmek için…

Zaman ve sessizlik
Şarkılar ve maniler
Gökyüzü ve öpücükler
Ses ve kayıplar..

Bu iki güzel  şarkıyı müzik kutumuzdan dinleyebilirsiniz.. şarkıları dinledikten sonra bence koşa koşa KRAMP grubu ile CESARIO EVORA’nın albümlerini almaya gitmelisiniz..

Crockett..

‘HASTASIYIZ..’

‘HASTASIYIZ..’

iki gündür içmiyordum.. sensizlikten ve canımın sıkıntısından artık her içtiğim az ve etkisiz , her yer dar , her saniye de geçmek bilmeyen bir işkence gibi geliyor..

son bir hafta çocuklarla hayli yüklendik yine.. ‘reis’ , ‘sarı’ , ‘gürsel’ ve ‘dayıyla’ çok güzel demlendik.. ama ne yazık ki vücut bu yoğunluğu bir yere kadar kaldırıyor ve alarm sinyalleri veriyor..

sabahları kalktığımda üzerimden tren geçmiş gibi çok yorgun hissediyorum kendimi.. içerken sınır olmazsa , dur durak olmazsa vücut bir yerde duruyor.. şarkı da diyor ya ‘gülmek için’ falan filan ‘sevmek için yaratılmış’ , öyle değil içmek için yaratılmışız.. gülüyorum.. ‘sarı’ kızacak.. ferdi özbeğen şarkısı mıydı bu tam emin değilim ama şarkının sözleri tırt zaten..

neyse öğlene doğru üsküdar’dan kadıköy’e çöplüğüme geçtim.. geldim ki ‘dayı’ büroda odalar arası fink atıyor elinde rakısıyla.. klasik karşılamasını yaptı ‘nerdesin be müdürüm’ dedi..   rakının kokusunu alınca gözlerim döndü.. iki gün önce alkol almayı bıraktığımı yeminler içerek söylediysem de ; alkolü bir daha alanı şöyle böyle öpsünler dediğim halde ve de rakı içmeyi sevmediğim halde hemen mutfağa koştum domuz sıkısı bir duble koydum.. iki elmayı ‘dayının’ istediği şekilde doğradım.. sonra ‘dayının’ yanına balkona intikal ettim.. ama o da ne balkonda sürpriz vardı.. ‘yakubum’ da balkondaydı.. selamlaşma faslı sırasında içimden bu gece de zorlu geçecek , yandık diye düşündüm fakat ‘yakubum’un işi varmış kalktı özürlerle gitti.. ve bir oh çektim çünkü keyfim kadar içecektim , gecenin sonuna kadar değil.. biz dayıyla baş başa kaldık.. rakı bardakları gidip gelmeye , havada el kol hareketleriyle dans etmeye başladı.. moral bozukluğundan , her şeyin  kötüye gidişinden başladık , adalet sistemimizin nasıl iyileştirebileceği gibi güncel olaylara girdik çıktık , sonra pir sultan’ın ‘bozuk düzende sağlam çark olmaz’ sözüyle bu bahsi kapattık çünkü ‘dayının’ , ‘konukları’ gelmeye başladı , ben odama doğru uzadım..

gazeteleri biraz gözden geçireyim dedim.. midem bulandı , öfkelendim yine ve kapattım.. daldım gittim.. bir sürü yalan yanlış ve uyduruk haberin içinde öyle kötü haberler de vardı ki sinirden çatladım.. sabahın köründe zaten sinirlerim sabah haberlerini izlerken doruğa çıkmıştı.. tansiyonu yirmi yapmıştım sabah sabah : ‘roman açılımı’ adı altında yapılan etkinlikte sadece ‘parasız eğitim hakkı istiyoruz’ diyen üç öğrencinin önce derdest edilirken tartaklanmasını sonra huşuyla gaza gelen roman kardeşlerimizin bilip bilmeden bu üç öğrenciye sille tokat dalmasını görünce.. ağlayasım geldi.. ağlayamadım.. boğazıma oturdu koca bir yumruk.. sonra haberin devamında öğrendim ki bu üç öğrenciden ikisi ‘yasadışı örgüt üyeliğinden’ tutuklanmış , birisi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış.. hemen de tespit edilmiş örgüt üyesi oldukları sevgili medyamızca.. üç beş ay önce adamlar dağdan gerilla kıyafetiyle geldi ‘size selam getirmişem dağdan , biz bilmem neye üyeyiz , pişman değiliz’ falan filan dedi adamları yargılanmak ne kelime direk serbest bıraktılar davul zurnayla.. iyi güzel de kardeşim bu ne ya şimdi adam dağdan geliyor ben bilmem ne örgütü üyesiyim pişman değilim diyor takibata uğramadan serbest kalıyor ama öğrenciler parasız eğitim hakkı istiyoruz diyor tutuklanıyorlar.. bu nedir ? kardeşim bu mudur ‘demokratik açılım , mili birlik bütünlük açılımı’.. hak aramak bu açılımların hiçbirisinin içinde yok öyle mi..

sevgili ayhan sicimoğlu’nun sevindiği , hoş bir şey gördüğü zaman dediği gibi : ‘HASTASIYIZ !’ ve de ‘MAŞALLAH MAŞALLAH !’ ama ben tersine kullanacağım bu nidaları..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

dün aylakadamızda yazmıştık tekel işçilerine destek veren 24 öğrenciye tasdikname verildiğini.. açılım bu..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

devamı yok mu bu açılımların var var olmaz mı..

dün odtü ve hacettepe üniversitesi öğrenciler tekrar zamlanan ulaşım ücretlerini demokratik haklarını kullanıp protesto ederken açılımların bir güzelliği olarak tartaklanarak 147’si kelepçelenerek gözaltına alınmışlar.. şu ses kulaklarımda çınladı televizyondan ‘kelepçe yap kelepçe yap..’

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

tramvay çarptı üç öğrenciye istanbul aksarayda bir lisenin önünde duymuşsunuzdur ya da okumuşsunuzdur.. üç pırıl pırıl genci kaybettik maalesef bu kazada.. değerli medyamız acılı ailelerin feryatlarını defalarca verip bu acıları sömürürken ve de bu kötü kazanın nasıl önlenebileceği konusunda hiçbir şey söylemezken bir habere daha rastladım.. arkadaşlarını kaybeden lisedeki öğrenciler tramvay yolunu kapatıp bir protesto gösterisi düzenleyecekmiş.. bunu istihbarat alan okul yönetimi , okul önünde öğrencileri toplamış ve şu veciz sözlerle öğrencileri tehdit ediyordu : ‘okul içinde ya da dışında kazayı protesto edecekler en ağır şekilde cezalandırılacaktır..’ hak aramanın öğretilmediği bir okulda verilecek eğitim nasıl nitelikli , gerçek bir eğitim olabilir ki..  

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

şimdi sıkı durun şu habere kulak verin.. biliyorsunuz bir iki ay önce adana’da çukurova üniversitesi öğrencilerinin barındığı devlete ait yurtların yemekhanesinde yıllarca öğrencilere at ve eşek eti yedirildiği ortaya çıkmıştı.. günlerce bu olay gündemde kaldı.. sıkı durun , tutunun ve de sakin olun : yurtlarda kalan öğrencilerin bu durumu protesto etmek için yaptıkları eylemlere katılan yurtta kalan öğrencilerin 18’ine  ‘Yurt-Kuru ıslık ve alkışlarla protesto eden ve ‘Adana uyuma öğrencine sahip çık’, ‘Adana kebabı, eşek kebabı’, ‘Yönetim bize hesap verecek’, ‘İnsanca bir yurt istiyoruz’ yazılı pankartlar açan öğrencilere, eylem yaptıkları ve yurt müdürünü küçük düşürücü sloganlar attıkları gerekçesiyle’ ‘uyarma cezası’ verilmiş.. hafif gibi görünen fakat öğrencilerin sicillerine işleyecek bu ceza yıllar boyunca önlerine çıkabilecek.. ama bilmiyor ki bu öğrenciler polyanacılık oynamayı.. ne güzel yemişsiniz etleri işte.. protesto etseniz ne olacak geri mi dönecek zaman , olmamış mı olacak , kazancınız ne olacak a ‘provokasyoncu’ öğrenciler.. of of.. içim daralıyor.. kaçıp gitmek mi gerekir bunları duymamak, görmemek için ıssız bir çöle ya da bir dağ evine.. çıldırmamak elde değil.. adama sen daya at , eşek etini , bilmem ne etlerini yedir yılarca sonra bir de kızınca öğrenciler bu nedenle tut onlara ceza ver.. sen önce kendini uyar be kendini uyar , o uyarı cezasını önce kendine  ver , ülkemizin geleceği öğrencilere ne yedirmişiz diye kendini uyar önce.. ama hak aranmaz bu ülke de , hiçbir şey protesto edilemez , her şey güllük gülistanlık çünkü açılımlarımız var..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

daha bitti mi bitmedi bitmez.. geçenlerde hatırlıyorsunuz aileden ve bilmem neden sorumlu sevgili sayın bakanımız ‘eşcinsellik hastalıktır , tedavi edilmelidir’ dedi.. ya yorum yapmak isteyeceğim ama ayarı tutturamayacağım bu yüzden sadece şunu söyleyeyim : ‘lütfen aileden sorumlu sayın bakanım benim ailemden ve yakınlarımın , sevdiklerimin ailelerinden en az beş kilometre uzakta durun lütfen lütfen.. sayın bakanım bizim ailelerimizden , bizden sorumlu olmayın allah aşkına..’ sadece bunları söyleyeceğim bu eşcinsel açılımı konusunda yoksa bizi de bir pundunu bulur ‘tedavi’ ettirirler..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

yazacak çok şey var ama ben de o güç yok bugünlük.. ama son bir şeye değineceğim öğlene doğru ‘şok şok şok’ haberlerle ekranlara yansımıştı : hükümetin anayasa reformu paketi içinde anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılacağı da varmış , yaşasınmış ve de pek sevinelimmiş , mış , muş.. böylece 12 eylül darbecilerine de yargılanma yolu açılacakmış ve bu nedenle pek güzel , ne güzel , ne şeker şeymiş bu değişiklikler de yahu abe güzel kardeşlerim ‘zamanaşımı’ denen olayı da kaldıracak mı bu anayasa değişiklikleri.. zamanaşımı diye bir hukuksal durum var.. kimi yargılayacaksınız kimi kandırıyorsunuz.. tiyatroya , oynamaya devam.. şovda ara yok tekmili birden devam açılımlara..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

bitirirken :

hangi yerli filmde ya da dizide vardı bilmiyorum gözüme çarpmıştı ve çok hoşlanmıştım : bir kötü karakter vardı , bu kötü kişi sevmediği kişilere hep ‘canımsın’ diye hitap ediyordu en nazik şekilde..

ben de şu yukarıda saydıklarımın hepsinden sorumlu olanlara tek bir şey söylüyorum : ‘CANIMSINIZ..’

neyse hepinize selam olsun , hepinizin sağlığına ve hepiniz için birer duble daha içeceğim , tansiyonu sıfırlayana kadar.. sıfır olsun ki rahata erelim bu çıldırtıcı dünyada bizi de ‘açılımlamadan’ bunlar.. ama hayır hayır hayır sonuna kadar inadına yaşayacağız..

‘dayı’ nerdesin ya ‘dayı’ var mı bizde topuklamak , yok.. sonuna kadar ve tüm ‘canımsın’ların inadına buradayız ve gitmiyoruz hiçbir yere.. hem içilecek daha çok bira, rakı , viski , votka vs. alkol var..

Crockett.. 

KIŞTAN KALAN SOĞUKLUK.. – TURGUT UYAR

KIŞTAN KALAN SOĞUKLUK
 

yine de kötü bir kış geçirmedik sanıyorum
altın düştü örneğin
karlar beyaz yağdı, direndi uzun zaman
geleceğin sevgisi bir aklık olarak başladı
sevgilim senin ellerin bir keçi sever kadar taze
sevgilim kolera yavaşladı
üstelik birkaç kez de aya gidildi
gelindi bile

şimdi ey benim badem gözlüm
su çiçeği, kızamık boğmaca geçirmişim
ancak ölünce hatırlanan sarışınım
altın sarısının beyaza dönüştüğü şu günlerde
sabah sabah aç karnına ölünen şu günlerde
kararlı yüreğin bir manşeti yadırgarken
silah kullanmayı isterken ellerin şu günlerde
-sana onu da öğretirim-
yüreğin kıpır kıpır yerinde duramazken
saçını taramamaktan aktardığın sıkıntı
sarı bir boya halinde parmaklarına yayılırken
öyle bir sarı boya ki kanlardan damıtılmış
ve kanların bağışlanmaz dirimini taşıyan
sana bir türkü söyleyeyim
güzel olmasın gerçek olsun
beklet kendini hazır dur
adı belirsiz bademlerle birlik dur
kağnı güdenlerle birlik dur
şehir kuşatanlarla birlik dur
ölen ve yara alanlarla birlik dur

bir tarihte bir dağ yamacında 
onikibinsekizyüzelliüç kişi öldü
yamaç yeşildi çünkü bir bahara başlıyordu
ölenlerin bir kısmı, küfeksiz, onların bir kısmı
tüfek müfek bir yana donsuz gömleksizdi
sayı bilmezlerdi toptandılar
böylece bir yerlerde toplandılar
yürekleri uzun bi süre atmadı
aslında
çoğu da insan olduğundan yüreksizdi

bir sürü alan ve ova bir sürü ağaçaltı ve orman
ölmemeye bir sürü bahane
örneğin suyu görünce hemen ayaklarını soktular
çünkü gölgeli bir su her zaman
bitmemiş bir yapıda her zaman
çünkü sonu buysa 
ölmek elbette gereksizdi

bilirim hoşuna gitmiştir bu ilkel türkü
ilkelliği bütün bir yaz ve kış yaşanan
çünkü sağlıklı bir güneşe taparsın sen
her bir ışını şiir yazanlara umut ve hüzün veren
bir karanfil olarak süner gider belleğinde
atı ve insanı doyuran çavdar
sevgilim hazırlığın tamdır
ve şiire artık saygın yok
üstelik ben de seninleyim bu konuda
pazardan karsız dönen köylüler gibi

kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye


yukarda dediğime bakma aslında
başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler

TURGUT UYAR

Turgut Uyar , Büyük Saat , Yapı Kredi Yayınları , Mayıs 2002 , sayfa 644..

Lionel Messi

24 haziran 1987′ de Arjantin’in Rosario kentinde doğan Lionel Andreas Messi’nin yerden yüksekligi 1 metre 69 santimetreye ulaşıyor, ağırlığı ise 63 kiloya varıyor.

Messi henüz 13 yaşındayken, ayda 900 dolara patlayan hormon tedavisi için üç kardeşi ve anne babası ile beraber ispanya Barcelona’ya taşınmışlardır . 1990’lar Arjantin’de malî yetersizliğin kol gezdiği bir dönem.

Barcelona’da katıldığı ilk deneme calışmasında, altyapı sorumlularını kendisine hayran bırkan Messi, 2000’den itibaren Barcelona “B” takımında forma giyer, 2004/2005 mevsiminde de “A” takıma alınır . 16 ekim 2004’te oynanan Barcelona derbisinde oyuna sonradan alınan Messi Primera Division’da ilk kez sahaya adım atar.

Messi, Eylül 2005’te barcelona ile sözlesmesini 2014 yılına kadar uzatır ve aynı ay içinde ispanya vatandaşlığını da elde eder ve aynı ay içinde Messi’nin bonservis fiyatı 150 milyon avro olarak tesbit edilir. 

Daha sonra Barcelona ile olan sözleşmesi 2016’ya kadar uzatılmış, serbest kalma bedeli de 150 milyon euro’dan 250 milyon euro’ya çıkatılmılştır.

Bu adamı izleyince dünyadaki diğer futbolcuları evrenin en gereksiz varlıkları olarak görüyorum, Messi için ise gerçekten söyleyecek kelime bulamıyorum . Messi varsa gerisi teferruattır!”

BLACKHAWK

İŞTE AÇILIM : TEKEL İŞÇİLERİNE DESTEK VEREN 24 LİSELİ ÖĞRENCİYE TAKDİRNAME DEĞİL DE TASDİKNAME !

İŞTE AÇILIM : TEKEL İŞÇİLERİNE DESTEK VEREN 24 LİSELİ ÖĞRENCİYE TAKDİRNAME DEĞİL DE TASDİKNAME !

Hakkını arayanların yanında olmak da suç bu ülkede..

‘Açılım , demokrasi , hak , hukuk ve adalet’ kelimelerinin havada uçuştuğu günlerde hakkını arayan işçilere destek veren öğrenciler öğrenim yılının ortasında okulsuz kaldılar..

Seçme yaşının 18 yaşına , seçilme yaşının da 25’e indirildiği bir dönemde hangi parti olursa olsun yalnızca kendi partilerine yakın olduğu zaman gençliğin siyaset yapmasına ve hak aramayı öğrenmesine izin veriliyor.. Gençliği sadece oy deposu olarak görüyorlar..

İstanbul’un Çekmeköy ilçesinde Mehmetçik Lisesi’nde 25 Şubat 2010’da Tekel İşçilerine destek için sadece oturma eylemi yapan , slogan atmayan 200 lise öğrencisinden 24’üne tasdikname verilerek okudukları okullarıyla ilişkileri 16 Mart 2010’da kesildi..

‘Ders boykotu’ , ‘slogan atmak’ ve ‘öğretmenlere karşı gelmek’ iddialarıyla Ortaöğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliği’nin 13/C maddesine göre okuldan atılan öğrencilerin karara, 1 hafta içinde yazılı olarak itiraz hakları var ama ceza çoktan kesilmiş durumda..

Sıra TEKEL işçilerinde..

Şimdi TEKEL işçileri ve tüm kamuoyu Mehmetçik Lisesi öğrencilerinin yanında onlara destek olmalı..

Okullarından atılan liselilerin eğitim hayatları , gelecekleri karartılmasın , yanlarında olalım..

Crockett..

NE OLURSAN OL SENDİKALI OL !

‘SENDİKALI OL !’

Petrol-İş sendikasının düzenlediği ‘SENDİKALI OL !’ kampanyasına destek olalım.. Hangi iş alanında çalışıyor olursak olalım sendikalı olalım ! Sendikanın önemini yakın zamanda Tekel işçilerinin direnişinde açıkça gördük.. Kapının önüne konmamak için , haklarımızı birlikte güçlü şekilde arayabilmek için sendikalı olalım..

Ayrıntılı bilgi için ‘www.sendikaliol.org’ ve ‘www.petrol-is.org.tr’ adreslerine göz atabilirsiniz..

Crockett..

 

‘SENDiKA ÜYE iŞÇiLERE NELER SAĞLAR?

Bir işçi yaşamının büyük bölümünü işyerinde geçiriyor.

Yani işyeri, evi kadar önemli, yaşadığı mahalle kadar ayrılmaz bir parçası. O halde ne bekler bir işçi işyerinden?.. Çalışırken, kendisinin fiziksel ve psikolojik durumunu bozan rahatsızlıklar, kendi başına çözemediği sorunlar varsa, bunların düzeltilmesini bekler… Yani çalışma şartlarının iyileştirilmesi onun öncelikli beklentisidir. Sendikalar bunu sağlamak, üyelerinin çalışma koşullarını iyileştirmek yaşam seviyelerini yükseltmek için çalışır.

Ayrıca sendikalar işyerinde işçilerin de söz hakkının olması, işyerinde keyfiliğe, eşitsizliğe, kayırmacılığa, güvencesizliğe son verilmesi için çaba harcar.

Sendika, üyeleri adına resmi makamları şikayette bulunur, mahkemeye başvurur, dava açar, hukuki destek verir, avukat sağlar.

İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili araştırmalar yapar, raporlar hazırlar, bunları öncelikle kamuoyunun bilgisine ve hükümet yetkililerine iletir, peşini bırakmaz, takip eder.

Sendika, işçilerin sorunları konusunda kamuoyu desteği yaratmak için yayın yapar, gazete, dergi çıkarır, broşürler ve kitaplar yayınlar.

Sendika, medya ile düzenli ilişki kurar, işçi sorunlarını dile getirir, destek sağlamaya çalışır.

Sendika, siyasi parti, kurum ve kuruluşlarla ilişki içinde olur.  Yasalarda işçilerin hak ve çıkarlarına yönelik değişiklikler yapılması için veya çalışanlar yararına yeni yasalar çıkartılması için çaba harcar.

Sendika, işçi sorunlarını uluslararası alanda da dile getirir. Diğer ülkelerin işçileri ve işçi kuruluşlarıyla deneyim alışverişi yapar. Ortak sorunlar için ortak çözümler geliştirilmesine çalışır. Uluslararası dayanışma sağlar.

Sendika, işçilerin, haklarını daha bilinçli savunmaları için eğitim faaliyetleri yürütür.

Tek tek işçiler, sendika sayesinde bir araya gelir, birlik olur.

SENDiKA ÜLKEYE NELER SAĞLAR?

Sendika, aynı ışıklı, güzel yolda bir arada yürüyen insanların birliği ve dayanışmasıdır.  

Sendikanın faaliyetleri, sadece kendi üyelerinin hayatını değiştirmekle kalmaz… Bu faaliyetler aynı zamanda, tüm ülkede işsizliğin önlenmesi; açlığın, yokluğun, yoksulluğun ortadan kaldırılması; işçilerin ve tüm emeğiyle geçinenlerin toplum içinde onurlu yaşayabilmesi; herkesin geleceğe güvenle bakabilmesi için; adalet ve eşitlik için, insanın insan olması için kalıcı adımlar atılmasının önünü açar.’