Archive for Temmuz, 2010

‘itaat sona ererse , efendilik de sonra erer..’ – MAX STIRNER

 

‘çok şeyden özgürleşebiliriz , ama her şeyden özgürleşemeyiz.. kölelik durumuna rağmen içerden özgür olabiliriz , ama yine bazı şeylerden , her şeyden değil ; bir köle efendinin kamçısından , otoriter mizacından ve benzerinden özgür olmaz.. ‘özgürlük yalnızca hayal dünyasında yaşar..’ oysa kendim olan ben bütün varlığım ve varoluşumdur , o bendir.. kurtulmuş olduğum şeyden özgürüm , iktidarım içinde olan şeyin ya da denetlediğim şeyin sahibiyim.. kendime nasıl sahip olacağımı bilirsem ve kendimi başkalarına emanet etmezsem ben her zaman ve her koşulda kendimim.. özgür olmak gerçekten amaçlayamayacağım bir şeydir , çünkü onu yapamam , onu yaratamam ; onu ancak isteyebilirim ve ona göz dikebilirim , çünkü o bir ideal , bir hayalet olarak kalır.. gerçekliğin zincirleri etimde durmaksızın derin yaralar açar.. ama kendim olan ben kalır..’ 

‘biz ikimiz , devlet ve ben , düşmanız.. ben egoist , bu insan toplumunun iyiliğini düşünmüyorum.. hiçbir şeyi ona feda etmiyorum.. ben yalnızca onu kullanıyorum : onu tam anlamıyla kullanabilmek için onu benim mülkiyetim benim yaratımım haline dönüştürmek zorundayım ; yani onu imha etmeli ve onun yerine egoistlerin birliği’ni kurmalıyım..’

‘devlet için hiç kimsenin kendi iradesine sahip olmaması şarttır ; biri kendi iradesine sahip olursa devlet onu dışlar , hapseder ya da sürer ; herkes kendi iradesine sahip olursa , devletten kurutulur.. devlet efendilik ve kölelik olmadan düşünülemez ; çünkü devlet içerdiklerinin hepsinin efendisi olmayı amaçlamalıdır ve bu iradeye ‘devletin iradesi’ denir.. benim içimdeki kendi iradem devletin katilidir ; bu nedenle devlet tarafından ‘özirade’ (inatçı) olarak damgalanır.. kendi iradem ile devlet ölümcül bir düşmanlığın taraflarıdır ; aralarında ‘ebedi barış’ olması mümkün değildir..’ 

‘ben hiçbir hak talep etmiyorum ; dolayısıyla hiçbir hakkı tanımam gerekmez.. kuvvetle alabileceğimi kuvvetle alırım ve kuvvetle alamadığım şeye hakkım yoktur ; her zaman baki kalan hakkımdan söz ederek hava atamam veya avunmam.. hak verilmiş ya da verilmemiş –bu beni ilgilendirmez ; ben güçlüysem kendimden alırım ve başka bir yetkilendirmeye ya da izne ihtiyacım yoktur..’

‘kendisine sahip olmak için başkalarındaki irade eksikliğine bel bağlayan , başkalarının yarattığı bir şeydir.. efendi kölenin yarattığı bir şeydir.. itaat sona ererse , efendilik de sonra erer..’ 

MAX STIRNER (1806 – 1856) , ‘Ego ve Biricik..’

(Max Stirner – Çizim : F. Engels..)

‘Anarşizm , Bir Düşünce Ve Hareketin Tarihi’ , GEORGE WOODCOCK , Çeviri : ALEV TÜRKER , KAOS Yayınları , Kasım 1996..

‘üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim..’ – Ulrike Meinhof

‘dünyayı , bu acımasız ayrımı izleyerek algılayan biri için , artık normal , masum , doğal olan hiçbir şey yoktur.. her küçük ayrıntı ‘yanlış hayat’a dayandırıldığından , kuşkuludur.. kişi , hoşuna giden , beğendiği şeyler konusunda , iki kat dikkatli olmak ve daha fazla kuşkulanmak zorundadır.. adorno , sakatlanmış yaşamdan yansımalar’ında şunları yazar : ‘artık zararsız olan hiçbir şey yoktur.. çiçeklerin üzerine düşen şiddet gölgesi görülmediği anda , bahar dalı bile yalana dönüşür ; ‘ne kadar hoş’ gibi masum bir ünlem bile mide bulandıracak kadar nahoş bir varoluşun mazereti olur.. artık güzellik ve avuntu yoktur – korkunç olanı gören , ona dayanabilen ve olumsuzluğun avuntusuz bilinci içinde yine de daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bakıştan başka..’

 

‘ulrike meinhof’un da bu melankoliyi iyi tanıdığına ilişkin işaretler var.. ulrike’nin , sık sık bir saniyeden diğerine şiddetli bir depresyonun içine düştüğünü anımsayan ruth waltz , bir defasında ulrike’nin eve geldiğini , mevsimlerden ilkbahar olduğu için güneşin odayı iyice aydınlattığını , masanın üzerinde içinde laleler olan bir vazo durduğunu , bu görüntü karşısında ‘çok melankolikleşen’ ulrike’nin şöyle dediğini anlatmıştır : ‘ne kadar güzel.. ne kadar aydınlık.. insan neden hep böyle yaşayamıyor..’ 

Alois Prinz..

 

‘beyninizin infilak edeceğini , (kafanızın parçalanacağını , patlayacağını) , omuriliğinizin beyninize sokulduğunu hissedersiniz..

ruhunuzu da dışarı itiyormuşsunuz hissine bir türlü engel olmazsınız..

hücreniz hareket ediyormuş gibi gelir size.. uyanırsınız , gözünüzü açtığınız gibi hareket etmeye başlayan hücre , öğleden sonra güneş girdiğinde aniden durur.. hareket hissinden bir türlü kurtulamazsınız..

herhangi bir sübapı olmayan çılgın bir saldırganlık.. en kötüsü bu.. sağ kalma şansınızın olmadığını bilmeniz..’ 

Ulrike Meinhof  (Mektupları , Tecrit Hücresinde Yaşadıklarından..)

 

‘ya sorunun bir parçasısın ya da çözümün.. ikisinin arası yok..’ 

Ulrike Meinhof

 

‘üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim..’ 

Ulrike Meinhof

 

‘Ulrike Meinhof – Üzgün Olmaktansa Öfkeli Olmayı Yeğlerim’ – ALOIS PRINZ , VERSUS Yayınları , Çeviri : SÜHEYLA KAYA , Kasım 2008..

‘bir.. iki.. üç.. daha fazla seattle..’

‘BATTLE IN SEATTLE’ , ‘İSYAN..’ – STUART TOWNSEND

 Sinopsis : 

‘battle in seattle’ , andre benjamin , woody harrelson , martin  henderson , ray liotta’nın başrollerde oynadığı politik aksiyon ve dramı bir arada barındıran bir film. büyük bir protestocu grup, 1999 yılı ‘dünya ticaret organizasyonunu’ protesto etmek için seattle’da toplanır.. yaşanacak kaos ve kargaşa toplantıları durdurmayı amaçlamaktadır.. protestocu aktivistler , abd hükümeti , organizasyon katılımcısı dünya ülkelerinin temsilcileri , vali , belediye başkanı , medya , polis ve askerler arasında geçen sürükleyici ve hareketli bir politik aksiyon filmi..’

 

Filmin Künyesi : 

Yönetmen ve Senaryo : Stuart Townsend

Görüntü Yönetmeni : Barry Ackroyd

Kurgu : Fernando Villena

Müzik : Robert Del Naja

Oyuncular : Andre Benjamin , Woody Harrelson , Martin  Henderson , Ray Liotta , Michelle Rodriguez , Channing Tatum , Charlize Theron..

Süre: 95 dakika

Yapım Yılı : 2007

Yapım : ABD , Almanya , Kanada..

‘açıkçası ilk aldığımda filmi biraz tereddüt etmiştim , amerikan ortak yapımı filmin seattle protestolarını nasıl anlatmış olabileceği konusunda bayağı endişeliydim.. gerçi amerikalı bağımsız sinemacılardan yumruk gibi sert ve anlamlı filmler de izlemiştik geçmişte.. ama yine de insan filmi alırken iki kere düşünüyor , hatta üç kere , hatta çok kere , hatta düşünceye dalıyor..

şakayı bir yana bırakırsak 1972 doğumlu genç aktör stuart townsend’in ilk yönetmenlik denemesi olan bu filmin senaryosunu da stuart townsend yazmış..

senaryo protestocu aktivistler ile hükümet güçleri arasındaki mücadele ekseninde giderken , filme iki taraftan da olmayan , olaylar sırasında günlük yaşamlarını sürdüren ama bir şekilde hükümet güçlerinin sebep olduğu vahşi şiddetin kurbanı olan vatandaşlar da dahil oluyor.. yönetmen ve senarist stuart townsend  tüm amerikan filmlerinde rastladığımız gibi (en son blackhawk’ın anlattığı pijamalı çocuk filmindeki gibi) aynı senaryo klişesini de kullanmış : kötünün kurbanı olan kötünün yakını.. neyse konuyu daha fazla anlatamayayım fakat şunu söylemek istiyorum beklediğimden çok daha iyi bir film çıktı.. bazı yerlerinde aksamalar, politik açıdan gevşemeler , konsensüs yaratma çabaları olsa da film belgesel görüntülerle desteklenerek olayların içinde hissini izleyici de uyandırıyor.. filmin ana konusu dışında arka planda anlatılan hikayeler de etkileyici..

filmdeki oyuncuların performansı da çoğunlukla üst seviyede.. kurgulanan karakterlerin çoğunluğu doğallığı yakalıyor..

bulursanız mutlaka kaçırmayın izleyin ve seattle’a , aktivistlere birer selam çakın..’

Crockett..

VEDA ŞARKISI.. – CHE GUEVARA

VEDA ŞARKISI..

1. 

kayalıkta çakılı yelkenli 

sana bırakıyorum veda şarkımı. 

2. 

benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da 

kayalar devranının altında değişken köklerle. 

yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlı duvarların. 

yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim. 

3. 

taşımak istemiştim heybemde 

yüreğinin gelip geçici tadını, 

ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle, 

yadsıma oldu umudumun yiğitliğine. 

giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu

kapalı yalnızlığıyla gezginin,

fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü

ve bir işaret koydu pusula kaderime.

sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin

yol yapacağım bir geleceğim olmasa,

gelmiş olacağım bakışında canlanmaya

kaderimin sırıtan parçası olarak.

gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca

zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.

4.

dimdik hatıra sonunda düşmüş yola,

usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten,

unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta.

uzaklara gideceğim, hatıra

parçalanarak ölünceye yolun taşlarında,

ve devam edeceğim, içimde

hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş.

bu dönenen bakış ve güç

büyülü bir matador mendilinde.

alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara,

hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.

ve bakmak istemedim seni görürüm diye

beni isteksizce davet etmeni

mutluluğumun pembe boyalı torerosu

deniz seslenir bana sevecen elleriyle.

çayırım -bir kıta-

dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir

alacakaranlıkta bir çan gibi.

5.

bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir

kara bir mikroskobu gösteren bilim.

sanat… sanat diye arzı endam eden şey

bir leica’nın kısır mekaniğidir.

acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle

olup ta şimdi yiten için

ve onun dönüşünde arzu gönlünde),

coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.

üç kuruşa satılan cinsellik

-amerika’da pek ucuz-

boş çarşafların umursanmaz hatırası.

guetamala bıraktın beni

bağrımda derin bir yarayla

ve de acılarını bana emzirme

ya da emme fırsatıyla,

kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını.

kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de:

uyanan insanın haykırışıdır o da.

6.

işte bugün böyle titrek ellerle

belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.

ağacın olgunluğunu tüketmeden

kasalanmış meyvanın garip tadıyla.

çağırışını fark edemiyorum bazen

yaşlı, garip kanatlanmış kulemden,

fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor

ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum

ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın

ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum…

biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu

bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,

biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan

fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.

biliyorum ki ölümüne çarpışma günü

halk çocukları benimle omuz omuza verecek,

halkın savaştığı amacın kesin zaferini

göremezsem eğer

fikri en yüksek geleceğe götürmek için

mücadele verdiğimdendir,

eski kabuğun tüylerini yolarken

doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları..

CHE GUEVARA

‘ŞİİRLER’ ,   CHE GUEVARA , Çeviri : ADNAN ÖZER – VİLMA KUYUMCUYAN , YILMAZ YAYINLARI , 1989..

‘düşünce özgürlüğü kavramını bu açıdan ele alırsak , dememiz gerekir ki , bu özgürlük bize dışarıdan verilmez , ÇÜNKÜ..’ – MELİH CEVDET ANDAY

‘düşünce özgürlüğü..’

‘demek ki insanoğlunun içgüdüden düşünmeye atlaması ve düşünce yaratması için , çok ilkel de olsa , toplumu kurması gerekir.. buna ‘bir arada çalışmak’ da diyebiliriz.. insanoğlu bir arada çalışarak ve bir arada çalıştığı için düşünmeye başlamıştır.. ona ‘düşünen hayvan’ denmesi bundandır.. zamanla ‘dil’i doğuracak olan da kuşkusuz bu yetidir.. burada önemli olan , düşünme ve düşünce için en az iki kişinin var olması koşuludur.. başka bir deyişle , düşünce bir kişiden başka bir kişiye aktarılabilen bir im demektir.. insanoğlu bu aktarma işini en yetkin olarak ‘dil’ ile başarmıştır.. ‘dili yaratmasının nedeni’ budur demiyorum , çünkü dil , ne denli ilkel olursa olsun , insanda düşünme yetisini biçimlendiren başlıca güçtür.. ‘peki insanlar konuşmaya başlamadan önce’ sorusunu bir bilgin ‘ ne denli geriye gidersek gidelim ,dili bulacağız’ biçimde yanıtlamaktadır.. öyle ise dil ile düşünce arasında benzerlik değil , özdeşlik vardır ve dil , düşüncemizin başkalarına aktarılması demektir.. bu kadar açık..

düşünce özgürlüğü kavramını bu açıdan ele alırsak , dememiz gerekir ki , bu özgürlük bize dışarıdan verilmez , çünkü verilemez ;  o düşünmenin (ve elbette dilin) doğasında vardır.. imdi ‘düşün düşünebildiğin kadar , bunların söylenebilecek olanları ile söylenemeyecek olanlarını ayır’ demek , geçekte düşünmenin özniteliğini yok saymak anlamındadır.. çünkü düşünme bir anlatım biçimidir , buna yasak konamaz.. yasak konması , insanoğlunu ‘arpacı kumrusuna’ ya da ‘ispinoza’ benzetmek anlamına gelir.. oysa arpacı kumrusu ile ispinoz düşünmez , düşünemez.. biz düşünüyorsak , başkalarına aktarabildiğimiz ölçüde düşünüyoruzdur , konularak , yazarak.. ‘fikir suçları’ diye bir şey yaratanlar , demek düşünmeyenler , düşünemeyenlerdir..’

MELİH CEVDET ANDAY , ‘Düşünce , Düşünme’ , Bayram Gazetesi , 28.08.1985..

‘esin..’

‘düşler olsun , anılar olsun ya da anı ile düş karışığı bu tür olaylar bir ozanın , genellikle bir sanatçının çalışmasında ne zaman , nasıl kendini gösteriverir , bilinmez.. belki bizim ‘esin’ dediğimiz budur , dışarıdan , yukarıdan değil de , kendimizden , içimizden seslenir , görünür bize.. peygamberlere gelen vahiy de öylemidir dersiniz.. anlığın algılama doğasında ani bir değişiklik.. buna doğanın bir gizini eklemekte de yarar var sanırım.. doğa bir gün bize her zamankinden başka türlü görünebilir ve  bizim aklımızı allak bullak eder.. neden olmasın.. yoksa şiir ve genel olarak sanat biz de başka bir doğa izlenimini nasıl uyandırabilirdi.. rüyalarımıza , düşlerimize boş verip geçmeyelim , onlar da bu bildiğimiz doğanın karmaşıklığı içinde oluşmuyor mu..’

MELİH CEVDET ANDAY , ‘Gelip Gidiyor muyuz’ Cumhuriyet  , 12.04.1991..

‘şöyle diyordu valery : ‘şiirin ilk dizesi tanrıdandır , ondan sonrası matematiktir..’ burada ‘tanrı’ sözünü ‘esin’ olarak yorumlayabiliriz ; demek ozan sezgilerinin çevreninde esini yakaladıktan sonra , yöntemini matematiğe dayamaktadır.. belirtmeden geçmeyeyim , esinin ancak araştırıcıya geldiği gerçeği , bilim adamı için de ozan için de doğru çıkmaktadır.. james d. watson , dna yapısı üzerinde onca kafa yormasaydı , iki sarmalın esini onun yanına uğramayacaktı..’

MELİH CEVDET ANDAY , ‘Müzik ile Fizik’ , Cumhuriyet , 25.12.1987..

‘Hayaller ve Sokaklar’ , MEHMET GÜRELİ

‘kaldırımda dalgın dalgın yürüyordu. ellerini birbirine kavuşturmuş bir çiçekçi kadınla göz göze geldi.. kadının gözlerindeki parıltıdan etkilendi birden ; biraz tedirgin hissetti kendini , bakışlarında tazelenen canlılığa şaşırdı , adımları hızlandı.. yolun sonunda , geriye dönüp bir daha bakmak istedi kadına , cesaret edemedi..

‘öyle bir şey yazarsın ki,’ dedi , ‘başlı başına müthiş gelir sana , tekrar tekrar okursun.. bırakıp gidersin sonra cümleyi ; akşam döndüğünde ne bulacağından emin , sevinçle koşarsın masana.. bir daha okursun , sonra bir daha okursun , hikayenden apayrı , kendi başına çaresiz kelimelere çarpar , şaşarsın.. onu yalnız bırakmaya kıyamazsın , ama o gitmek istiyordur.. bütünün anlamı bozulmamıştır , bir zedelenmeden söz edilebilir belki..’

artık bir şeylerin kaybolduğundan söz etmeyecek kadar olgunlaşmış birine benziyordu , ama yanılabilir insan.. tramvay , tünel’e doğru ilerliyor.. kucağındaki çantasına sımsıkı sarılmış , gözlerini etrafta gezdiriyor , sonra bir soru soracakmış gibi bana bakıyordu.. çok temiz giyimliydi ; bordo kravatı dikkati çekiyordu.. sanki hiç planlamadan öylesine bırakmış kendini hayata.. ödünç bir kazakla , sıcak bir sobanın yanında düşüncelere alışmış , onlarsız kendini yok sayan bir masada nyman’ın bir aryasını dinliyor izlenimini uyandırmıştı bende.. sibel’e söylediğimde , ‘nyman dinlediğini nerden çıkardın’ gibi bir şey söylemişti sanırım.. pencereden dışarıyı seyrediyordu , öylece takılmış kalmıştı.. çiçekçi kadına bakıyordu , tramvay adamı köşeye kadar izlemişti.. sonra her şey geride kaldı , silindi…………………..’

‘Hayaller ve Sokaklar’ , MEHMET GÜRELİ , SEL Yayıncılık , Temmuz 2010..

müzisyen , ressam , yönetmen , yazar ve oyuncu on parmağında on yetenek demeyeceğim çünkü iki eldeki parmak yetmez belki eser verdiği sanat dallarını saymaya.. hemen hemen her sanat dalında unutulmaz güzel eserlere imza atmış olan mehmet güreli’nin öykülerinden oluşan yeni kitabı ‘hayaller ve sokaklar’ sel yayıncılıktan bu ay başında çıktı.. şarkıları hep dilimizde olan mehmet güreli ustanın öyküleri de dolu dolu , akıcı ve hayatın içinden , edebiyattan , sanattan , sokaklardan pencereler açıyor bize.. ilk baskısı tükenmeden koşun hemen alın..

sel yayıncılık müthiş bir atılım yaptı iki sene içinde.. yayınladığı onlarca kitaba her ay hız kesmeden yenilerini ekliyor.. onlara da buradan biz okurlara bu eserleri ulaştırarak okuma imkanı sağladıkları için teşekkürlerimizi iletiyoruz..

Crockett..

‘ben şair değilim.. olsa olsa , bir parça , iş işten geçti ama ‘etikçi’ olmak isterdim..’ – ECE AYHAN

‘ŞİİR VE İKTİDAR..’

‘tarihte , her peygamber ‘iktidar’a geçinceye dek , şairleri över , övmüştür ; ama doruğa çıkınca , çıkılınca şairlere veryansın edilir , edilmiştir hep.. devrimci bir iktidarın olup olmayacağı tartışılır çok , yeryüzünde.. ‘iktidar’ kavramı zaten devrim kavramıyla çelişir denir özde.. nedense bu iki kavramın da anlamlarının değiştirilmesi düşünülmüyor.. düşünmüyorlar.. derisi yüzülerek öldürülen şairler.. eklemleri kırılarak kazanda kaynatılan şairler.. boğdurulan şairler.. giyotinle boyunları kesilen şairler.. götünden kurşuna dizdirilen şairler.. ne yapalım , hem şair , hem düşünce , hem zaman , sürgünde olacaktır.. atından inmeden sevişmeye alışmalısın.. bir yazıda freud’un bir sözünü de anmıştım : ‘mülkiyete ilişkin kötülükler , mülkiyet kalkınca kalkacaktır , ama öteki kötülükler kalacaktır..’ yazı yayınlanınca , o haftalık gazeteye baktım , freud’un bu tümcesi çıkarılmış , bununla da yetinilmemiş , yazının dörtte üçü de..’

‘ŞAİR OLMAK..’

‘ben şair değilim.. olsa olsa , bir parça , iş işten geçti ama ‘etikçi’ olmak isterdim.. ahlak diye çevirmek yanlış.. hiç alakası yok.. etik , türkiye’de özellikle yarı belden aşağı olarak anlaşılıyor.. şimdiye kadar başımın derde girmeyişi şundan ileri geldi : ben parçalı söylerim.. şöyle bir hikaye duydum.. kenan evren’e postadan büyük bir yağlıboya resim geliyor.. bir orospu.. allah allah kim göndermiş olabilir diyor.. bir hafta sonra aynı biçimde kocaman bir tablo daha geliyor.. bir çocuk resmi.. bir hafta , on gün sonra aynı adamın yaptığı bir tablo daha.. bir yangın resmi.. yanındaki adamlara soruyor : bunun anlamı nedir.. söyleyemeyiz efendim falan diyorlar.. yahu söyleyin , diye sıkıştırınca , ‘……. çocuğu yaktın bizi’ diyorlar..’

‘Öküz’lemeler’ , ECE AYHAN , Sel Yayıncılık Geceyarısı Kitapları , Mart 2004..

‘iyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendisine düstur edinmeli.. ÇÜNKÜ..’ – ARTHUR SCHOPENHAUER

‘insanlar bütün zamanların en iyisi olanı okumak yerine hep en yeninin peşine düştüklerinden yazarlar kendi dönemlerinde şöyle veya böyle egemen olan fikirlerin dar alanına sıkışıp kalırlar : ve bu yüzden dönem kendi bataklığı içinde biteviye çırpınıp durur..

dolayısıyla okumak söz konusu olduğunda geri durabilmek (nerde duracağını bilmek) çok önemli bir şeydir.. geri durulacak yeri kestirmedeki maharetin esası , zaman zaman neredeyse salgın halinde yaygın olarak okunan herhangi bir kitabı , sırf bu yüzden okumaktan ısrarla uzak durmaktır denebilir , sözgelimi sebepsiz gürültü şamata koparan , hatta yayın hayatına çıktıklarının ilk ve son yılında birkaç baskıya ulaşabilen , sonra da unutulup giden siyasi veya dini risaleler , romanlar , şiirler ve benzeri böyledir.. ama şunu hatırdan çıkarmayın , ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar ; okuma zamanınızı sınırlamaya dikkat edin ve okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin , onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler , şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır.. okunması halinde sadece bunlar gerçekten bir şeyler öğretir ve insanı eğitir..

hiçbir zaman kötü kitaplar çok az ya da iyi kitaplar çok fazla okunmaz : kötü kitaplar zihin için zehir mesabesindedir , aklı harap ederler..

iyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendisine düstur edinmeli : çünkü hayat kısa ve hem zaman hem dinçlik insan için sınırlı..’

‘Okumak , Yazmak Ve Yaşamak Üzerine..’ , ARTHUR SCHOPENHAUER , SAY Yayıncılık , Çeviri : AHMET AYDOĞAN , 2007..

‘eğer hayal kuruyorsa , umudu vardır ve bu bile bir direniş biçimidir..’ – ELIA SULEIMAN

‘bu iktidarın , gücün kendi küstahlığından dolayı asla anlayamadığı bir durum.. özgürlüğün tüm biçimlerini tutuklayamayacağını anlayamıyorlar.. örneğin kendi kafamızda var ettiğimiz özgürlüğün.. direniş yöntemleri sonsuz çeşitte aynı zamanda.. hücredeki bir mahkumu asla ele geçiremezsiniz , rüyalarının ne olduğunu bilmeniz imkansızdır.. eğer hayal kuruyorsa , umudu vardır ve bu bile bir direniş biçimidir.. iktidar yapıları çok küstahtır ve aynı zamanda anlayamadıkları kültürel yapılar , şiir tarafından destabilize hale getirilirler.. bu filistinliler’in başardığı bir yöntemdir.. başlangıçta israil çok yoğun bir sansür uygulamaya çalıştı.. örneğin 70’lerde mahmud derviş’in kitabıyla yakalanırsanız hapse atılırdınız.. israil , filistinliler’i kendi varlığından , köklerinden koparmaya çalıştı.. bugün bile devam ediyor , birbirimizle ilişkimizi koparmaya çalışıyorlar.. çünkü filistinliler’in birbirleriyle kurduğu ilişkiler , filmler , festivaller bazen onları bombalardan daha çok korkutuyor.. benim filmlerimin orada ve dünyanın dört bir yanında gösterilmesi son kertede onların iktidar yapısına karşı bir tehdit olarak görülüyor.. bu aynı zaman bizim de hayatta kalmamızı sağlıyor , her şeyi kontrol etme çabalarına  rağmen.. onlar baskıyı arttırdıkça biz de mücadelemizi arttırıyoruz.. onlar için en kolayı gelip ‘sen teröristsin’ demek.. fakat bana nasıl terörist diyecekler , filmimde bir tankı patlattığım için mi..’ 

ELIA SULEIMAN

(Tüm röportaj için : Yeni Film Dergisi , Sayı 20 , Haziran / Eylül-2010..)

MASA DA MASAYMIŞ HA.. – EDİP CANSEVER

MASA DA MASAYMIŞ HA.. 

Adam yaşama sevinci içinde 

Masaya anahtarlarını koydu 

Bakır kaseye çiçekleri koydu 

Sütünü yumurtasını koydu 

Pencereden gelen ışığı koydu 

Bisiklet sesini çıkrık sesini 

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu 

Adam masaya 

Aklında olup bitenleri koydu 

Ne yapmak istiyordu hayatta  

İşte onu koydu 

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu 

Adam masaya onları da koydu 

Üç kere üç dokuz ederdi 

Adam koydu masaya dokuzu 

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında 

Uzandı masaya sonsuzu koydu 

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür 

Masaya biranın dökülüşünü koydu 

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu 

Tokluğunu açlığını koydu. 

Masa da masaymış ha 

Bana mısın demedi bu kadar yüke 

Bir iki sallandı durdu 

Adam ha babam koyuyordu.

EDİP CANSEVER