Archive for Eylül, 2010

‘en yararsız ve en zararsız insanlar bile cezasız bırakılmaması gereken cürümler işleyerek yaşıyorlar..’ – MURAT MENTEŞ

‘baba olmak , insanın hayat hakkındaki fikirlerinin değişmesidir.. kızlar , henüz üç yaşındayken ellerine bir oyuncak bebek alarak anneliğe hazırlanıyorlar.. erkekler öyle değil.. bir adam , çocuğu doğduktan sonra sersemleşir , aptala döner.. bu kaçınılmazdır.. çocuk , babanın dünyasını yönetmeye başlar ve onun hareket kabiliyetini kısıtlar.. hayatın , bebeğin minik ellerindedir.. ben birini öldürürken , araba kullanırken ya da nadide’yi özlerken ‘gerçek’ araya giriyor.. onu nasıl yetiştireceğimi bilemiyorum.. bizim kuşağın ebeveynleri , çocuklarının okuyup büyük adam olmasını isterlerdi.. biz ise çocuklarımızın süper kahramanlar olmasını istiyoruz.. öte yandan , onların üzerine titriyoruz.. sokağa çıkmalarına izin vermiyoruz.. prizlere otomatik kapak , dolaplara , otomobil kapılarına kilit uyduruyoruz.. emniyet kemerleri evreninde yetişen çocuk , sahiden güçlü olabilir mi..

sanırım , annelik de babalık da asla hakkıyla yerine getirilemeyecek görevler : ‘mission impossible..’ hakikatleri , budalalığımızın verdiği enerjiyle abartıyoruz.. çocuklarla ilişkimizde içtenliğin kar etmeyeceğini sanıyoruz.. çünkü nasıl ki kendimizi tanımıyorsak , haddimizi bilmiyorsak , bilincimizin çarkları oksitlenmişse ; dilimiz dua ederken bile yalandan başka şeye dönmüyorsa.. çocuklarımızı da sevmekten aciziz.. körkütük köleliğimizi ve / ya da uçsuz bucaksız vurdumduymazlığımızı onlara dikte ediyoruz.. dolayısıyla her çocuk , bir anne-babaya ait olmanın bedelini ödüyor.. ya da yetişkinler tarafından kuşatılmaktan kaynaklanan travmayı yaşıyor..

bu söylediklerim de abartılı , değil mi.. bir dengesizlikten kurtulmak için bir başkasına yönelmek zorundayız.. en yararsız ve en zararsız insanlar bile cezasız bırakılmaması gereken cürümler işleyerek yaşıyorlar.. hırsızlık , cinayet ve tecavüz gibi suçlara ilişkin yargı ve müeyyideler ; gündelik hayatımızın kahrolası bir zulümler toplamı olduğunu gözlerden gizliyor.. bu şartlarda nefret dahi etkisi altında yaşadığımız toplumsal anesteziyi hafifletemiyor.. varlığımıza hükmeden sorunları görme , bize canlılık katacak dertleri hissetme , her şeyin kötüye gitmesine yol açan tuhaflıkları sezme yeteneğimiz büsbütün körelmiş durumda.. terör ve kör şiddet sayesinde anlamsızlığın eşiğinden döndüğümüz oluyor.. belki bu çağda hayat ile mana arasındaki mesafeyi kapatmada şu mottonun faydası dokunur : bütün günahlar para kaybettirir..’

‘KORKMA BEN VARIM’ , MURAT MENTEŞ..

İletişim Yayınları , 2009..

‘senin aynanın karşısına – ayna koyuyorum – senden sonsuzluk yaratayım diye..’ – AHMED ŞAMLU

AYDA’YA DÖRT ŞARKI.. 

I

AYLAK ADAMIN ŞARKISI

şu yol kıvrımında

kavurucu bekleyişte

bir gölgelik yapmalıyım ağaç ve taştan.

çünkü nihayet

umut

gecikmiş bir seferden dönüyor geri.

öyle bir zamanda ki

yazık!

ne başımda bir dam

ne ayağımın altında

bir kilim

 

kavrulmasın güneşten diye

bir testi yok

su vermek için

ve yorgunluk atacak

bir yastık yok

oturmam için

 

dört gözle beklediğim yolcu

çıkagelecek apansız.

ey tüm umutlar

şu damı çatmakta

güç verin bana!

 

(-ordibehişt mayıs 1963-)

II

BİR DOSTUN ŞARKISI

kimsin sen ki

böyle

güvenip

söylüyorum

adımı sana;

 

evimin anahtarını

koyuyorum avucuna;

mutluluk ekmeğimi

paylaşıyorum seninle

ve yanına çöküp

dizinde

böylesine huzurlu

dalıyorum uykuya? 

III

hangi iblis

vesvese veriyor sana

böyle

hayır demek için?

yok, bir melekse

hangi şeytanın tuzağından

haberdar ediyor

böyle?

 

bir kuşku mu var?

yoksa

gurbet için bir dostun yurduna

indiğin

son ayak seslerin mi?

(-ordibehişt mayıs 1963-)

AHMED ŞAMLU

Türkçesi : Prof. Dr. Mehmet Kanar

AYNA BAHÇESİ..

elimde fener

karşımda fener:

karanlığa karşı savaşa gidiyorum.

yorgunluk beşikleri

gelip gitmelerin çekişmesinden

duraksamışlar

ve derinliklerden bir güneş

küllenmiş evrenleri

aydınlatıyor.

 

yıldırımın asi haykırışı

sabırsız bulutun rahminde

döllendiği an

ve üzüm ağacının suskun acısı

ufak koruğun

uzun sarmalın sonunda

filizlendiği an

bütün haykırışım

acılardan kaçmaktı.

çünkü ben,

en korkunç gecelerde

güneşi

umutsuz dualarımla istemiştim.

 

güneşlerden geldin

seherlerden.

ipeklerden ve

aynalardandın sen.

 

tanrının ve ateşin olmadığı boşlukta

bakışını ve güvenini istemiştim

umutsuz bir duada.

iki ölüm arasında

iki yalnızlığın boşluğunda

ciddi bir akış.

(işte senin bakışın ve güvenin böyledir!)

 

senin sevincin

acımasız ve ulu

boş ellerimde nefesin

şarkı ve yeşillik.

 

kalkıyorum!

elimde fener

gönlümde fener

ruhumun pasını saydamlaştırıyorum

senin aynanın karşısına

ayna koyuyorum

senden sonsuzluk yaratayım diye.

AHMED ŞAMLU

Türkçesi : Zahra Demirci , Sobhi Babek

AĞIT*..

seni aramakta
dağların eteğinde ağlıyorum,
denizin ve otların eşiğinde

seni aramakta
rüzgârın geçidinde ağlıyorum
mevsimlerin dört yolunda,
bulutlu gökyüzünü çevreleyen
şu kırık camın önünde

resmin bekleyişinde
şu boş defter
ne zamana dek
ne zamana dek
yaprakları çevrilecek?
(…)

adın gökyüzünün alnından geçen seherdir**
(…)

ve biz hâlâ
tekrarlıyoruz
geceyi
gündüzü
henüzü…

* füruğ ferruzad için, onun ölümü üzerine
**füruğ, seher vakti güneş doğmadan önce gökyüzünün ışığına denilir.

AHMED ŞAMLU

Türkçesi : Zahra Demirci , Sobhi Babek

AHMED ŞAMLU..

ahmed şamlu 12 aralık 1925 ‘te tahran’da doğdu.. edebiyatın birçok alanında eserler verdi.. yirminci yüzyıl iran fars şiirinin en büyüğü kabul edilen ahmed şamlu lise yıllarında siyasi faaliyetlerinden dolayı dört yıl tutuklu kaldı.. dostoyevski’nin çar döneminde yaşadıklarını 1946’da ahmed şamlu da yaşadı.. idam mangasının önüne çıkarılan ahmed şamlu son anda hükümetin affıyla serbest bırakıldı.. yeni söz , pencere , bamshad dergilerini çıkaran ahmed şamlu bir dönem iran dışişleri bakanlığında yurt dışı temsilcisi olarak görev yaptı.. 1990’lı yıllarda hükümetin baskı ve sansürlerine karşı çıkan bir dilekçeye imza koyduğu için eserleri yasaklandı.. tahran’ın dışındaki bir köye sürülen ahmed şamlu burada şekere bağlı uzun süren bir rahatsızlık sonucu hayatını 2000 yılında kaybetti.. ahmed şamlu şiirin yanında öykü , roman , oyun yazarlığı ve eleştiri dalında eserler verdi..

Yaşadım Ulan Dibine Kadar !

Unutma! Yüreğinde bir ismin imzası var. Ve sen onu silemezsin, söküp atamazsın, ne kadar uğraşsan da seninle beraber büyür içindeki sızı. İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda. . Unutma! Bir kere sevdin mi uzun uzun yanarsın. Sitemler öfkeler birikirken içinde, sen azalırsın. Dilinde küfür elinde kadeh, eksik olmaz. Günler böyle geçer alışırsın. Unutma! Sabahlar artık gecikir. İster sağa dön ister sola, gözüne uyku değil gidenin hayali gelir. Kendini şiirlere verirsin. Elin sigaraya gider her on dakika da bir fena zehirlenirsin. Unutma! Bir süre güvenmeyeceksin kimseye, kendine sığınacaksın. Aşk konuşulduğunda sen susacaksın, of’larla ah’larla başlayacaksın her cümleye. Çevrende senden başka herkes haksız olacak. Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe. Unutma! Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın. Biri seni bulacak. . Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin. Ne kadar dirensen de nafile. İnsansın sonuçta seveceksin. Eski acılara bakıp da küsme sevdalara, gâvura kızıp da oruç bozulmaz. Sök at kafandan acaba’ları! Bir kemik aynı yerden İki defa kırılmaz. Artık kararmaz gecelerin. Bir daha yaşlar akmaz gözünden. Sabahların gecikmez. Kim bilir ağladığın günlere gülersin. Bir defa öldün ya zamanında? Bir daha ölmezsin.

 

Can Yücel

‘bırakma elimi inadına bırakma – muhitinden geçiyoruz ayıplanmanın..’ – NİLAY ÖZER

Manolya.. 

-çengelköylü ilya çarligis’e

ve mıgırdiç margosyan’a-

kaçak yolcularısınız sanki hayatın
beklediğiniz hep yanlış durak
işler kesat bir agora indiğiniz
hangi kapıyı çalsanız üç günlük misafir karşılaması
oysa yerleşik sevdalara göredir insan
göğsünüzde kutsanmış bir ülke gibi duran
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
limonlu çay kokusuyla serinletir anıları

miras kalmış acılar eşyaların yüzünde
yüzünüzde kıta kıta ayrılık
din din ayrımcılık perçinlenmiş öfkenizde
yine de bir vaftiz gibi hatırınızda kalan
şaraplı pazar günlerinin fısıltısı
kendi dilini konuş kendi dinini yaşa
ama hayat kocaman bembeyaz bir manolya
her dilde aynı kokar
ve kapatır kendini her dinin akşamında

hala yağmalanıyorsa yarınlarınız
susmak günah çıkaran bir inanç gibi
anlatmalı kendi öğretisini
değerini bulsun diye bu bin renkli mozaik
geleceği kurtarmalı geçmişi yargılayan
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
düşmanca mı susar dostça mı bakarsınız
gözlerinizin rengine karışamam..
 

NİLAY ÖZER

(Zamana Dağılan Nar)

 

Zor Sokak..                      

-Nurer’e-

 

bir gülün tam ortasından geliyoruz 

izini sürerek aşkın beyin kabuğunda 

türlü taşlamalara direnen mısraların

bırakma elimi inadına bırakma 

muhitinden geçiyoruz ayıplanmanın

 

zor sokağın namusunu bekleyen 

horozları kılıbık üç beş silah en fazla 

tehditleri bile aç el ele yürümeye 

minareden sarkıtılan kayıp çocuk anonsu 

kulaklarımıza ibret küpesi diye

 

hayat bir kurt masalı yarın aynısı dünün 

zor sokak sahnesinde sevda pandomim 

gizli hayranlık mı suskun alkışlardaki 

ancak çiçekler camdan cama sever dostum 

duygular dölleyemez uçan ihtimalleri

 

bir gülün tam ortasından diğerine varırız 

zafer kazanmış damlaların gizlendiği  

arkamızda ışıklı çakıllar bırakarak  

sevişmeye hazırlarız düş ormanı geceyi 

yeraltı suları dehlizler ve sır

 

yazık ki uykudadır zor sokak sakinleri.. 

NİLAY ÖZER

(Zamana Dağılan Nar)

 

NİLAY ÖZER..

1976 yılında istanbul’da doğdu.. marmara üniversitesi biyololoji öğretmenliği bölümü’nü bitirdi.. iki yıl öğretmenlik yaptı.. 2002 yılında bilkent üniversitesi türk edebiyatı bölümü’nde yüksek lisansa başladı ve turgut uyar’ın ‘divan’ adlı yapıtı üzerine bir tez hazırladı.. aynı bölümde doktora çalışmalarını sürdürmektedir.. 1995 yılından bu yana çeşitli dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı.. 1997’de kocaeli üniversitesi şiir okulu ödülünü aldı.. 1999’da yaşar nabi nayır gençlik ödülleri’nde dikkate değer bulundu.. aynı yıl ilk kitabı ‘zamana dağılan nar’ hera şiir kitaplığı tarafından basıldı.. 2004’te cemal süreya şiir ödülü’nü alan ‘ol!’ adlı dosyası yasakmeyve yayınları tarafından yayınlandı..

BEHZAT Ç. – Bir Ankara Polisiyesi..

‘uzun yıllardır pek televizyon seyretmem.. izleyebildiğim bir iki tane dizi vardır , altı üstü o.. zamanla bir tiksinme oluştu sanırım televizyon sektöründen.. hep aynı nakarat , hep aynı sesler , hep aynı yüzler ve hep aynı hikayeler , tartışmalar.. özellikle haber bültenleri , haber programları ve tartışma(ma) programları televizyondan uzaklaşmama sebep oldu.. hepsi bir çıkar çevresinin ve grubun borazanı..

diziler de ayrı bir felaket furyası.. bir ara mafya dizileri , sonra siyasi içerikli dizi furyası baş gösterdi , ardından aile içi ya da arkadaşlar arası saçma sapan ilişkiler yumağının anlatıldığı aşk meşk dizileri baş gösterdi.. kimin eli kimin neresinde belli değil.. bazı diziler daha da ilginçleşti , dizinin bölümleri boyunca arkadaşlar sırayla herkesle sevgili oluyor , permütasyon kombinasyonlar yetersiz kalınca , tükenince yeni oyuncular diziye ekleniyor ve ilişki ağı genişletiliyor.. hep sığ senaryolar , hep aynı hikayeler.. biraz yaratıcılık arıyorsun yok.. biraz gerçek hayattan bir şeyler arıyorsun yok.. geçim zorluğu , iki yakasını bir araya getiremeyen karakterler arıyorsun yok.. alın teriyle üç beş kuruş kazanmaya çalışan işçi , memur , köylü arıyorsun yok.. olanlar da defolu karakterler.. diziler de herkes hayatından memnun..

şimdi de polisiye diziler furyası başladı.. polisiye edebiyatı , filmleri oldum olası çok severim.. iyi kotarılan polisiye dizileri de kaçırmam.. yerli , yabancı fark etmez.. san francisco sokakları’nı , miami vice’ı , ‘zorlu ikili’ diye yayınlanan ‘dempsey and makepeace’ dizilerini izleyerek büyüyen bizim kuşağı ‘arka sokaklar’ gibi polisiyeler ve günümüz amerikan polisiye dizileri pek sarmaz.. ama mecbur kalınca yavan polisiyelere bile tav oluyoruz.. izliyoruz fakat ertesi gün aklında hiçbir şey yok diziyle ilgili..

neyse şükür ki tam kafamıza göre bir dizi iki haftadır ‘star tv’de başladı : ‘behzat ç. – bir ankara polisiyesi..’ her temas iz bırakır , son hafriyat ve erken kaybedenler gibi kitaplarından tanıdığımız yazar emrah serbes’in her temas iz bırakır ve son hafriyatta yarattığı karakter olan behzat ç. komiserin maceraları artık televizyonda.. ilk bölümü heyecanla bekledim , korkum romandaki karakterin yontularak evcil bir kuşa döndürülmesiydi.. ama ilk iki bölümde gördük ki dizi ekibi buna karşı iyi direnmiş.. behzat ç. olanca kuralsızlığı , umursamazlığıyla karşımızda işte..

behzat ç.’yi oynayan erdal beşikçioğlu dizinin her saniyesinde oyunculuğunu konuşturuyor.. erdal beşikçioğlu , behzat ç.’yi her yapımda yaptığı gibi oynamıyor adeta yaşıyor.. rol aldığı tüm yapımları hemen hemen izlediğim usta oyuncu , bence behzat ç. karakterindeki performansıyla en üste çıkarmış durumda oyunculuğunu..

dizinin eksik , hatalı yanları var ama şimdi bunları yazarak kimseyi üzüp , moral bozmak istemem.. senaryoda bazı aksamalar , hatalar olabiliyor.. umarım düzelir ve en aza iner bunlar.. dizinin oyuncu kadrosunda da kötü yönden sırıtan oyuncular , oyuncu adayları var.. ama buna rağmen ‘harun , hayalet , akbaba’ ve ege aydan’ın canlandırdığı ‘şevket’ karakterleri tam anlamıyla oturmuş ve bu karakterleri canlandıran oyuncular en üst seviyede oyunculuk sergiliyorlar.. hazal kaya’nın canlandırdığı ‘berna’ karakterinin diziye erken vedası ise üzücü ama sarsıcıydı.. suya sabuna dokunmayan dizilere tokat atarcasına ilk bölümde ‘berna’mızı gömdük kara toprağa.. gönül isterdi ki berna’yı hep görelim ama yüce kalemler konuşmuş ve berna’mız ilk bölümden sonsuzluğa uğurlanmış..

dizinin müzikleri de on numara , dizinin bu kadar çabuk beğenilmesinde ve tutmasında çok büyük katkısı var müziklerin.. dizinin müziklerini pilli bebek grubundan cem kısmet yapıyor..

dizinin güzel yanlarından birisi de zekice kurulmuş diyaloglar.. akılda kalmayan dizilere nispet yaparcasına öyle güzel diyaloglar kurulmuş ki , replikler günlerce kafanızda gülümsemenize yol açabiliyor..  ilk bölümde ki harun adlı polise üniversite öğrencilerinin ‘katil , faşist polis’ diye bağırması üzerine harun’un ‘ne faşisti lan , cinayet masası’ diye verdiği cevap sonra , behzat ç.’nin sorguladığı öğretim görevlisinin kendinse rüşvet teklif etmesi üzerine sakince ‘alırız hocam alırız , niye almayalım ki parayı , neticede ahlak masası değiliz öyle değil mi’ diyerek şüphelinin suratına okkalı bir tokat atması gerçekten hafızalardan silinmeyecek repliklerden bazılarıydı.. ilk bölümü sanırım dört kere , ikinci bölümü de üç kere izledim.. sıkılmadan , aynı heyecanla izledim hem de.. sanırım behzat ç. kadar çatlak birisi oluşum dizinin aynı bölümlerini arka arkaya bu kadar çok izlememin nedenlerinden en önde geleni.. uzun bir dizi olmasına rağmen iki bölümde de niye dizi bitiyor diye hep üzüldüm..

bir gün bir televizyon yapımını bu kadar anlatacağım hiç aklıma gelmezdi.. diziye emeği geçen herkese çok teşekkürler.. umarım çok uzun soluklu bir dizi olur ve biz hep merakla ve heyecanla bekleriz yeni bölümü..

pazar akşamları heyecanlı anlar yaşayıp güzel vakit geçirmek istiyorsanız ya ‘behzat ç.’ gibi vişne-vokta’nızı ya da biralarınızı hazırlayın ve televizyonunuzun karşısına geçin..’

Crockett..

Dizi Ekibi :

Oyuncular :

BEHZAT Ç. : ERDAL BEŞİKÇİOĞLU

HARUN : FATİH ARTMAN

HAYALET : İNANÇ KONUKÇU

AKBABA : BERKAN ŞAL

BERNA : HAZAL KAYA

BAHAR : AYÇA VARLIER

ŞEVKET : EGE AYDAN

SAVCI : CANAN ERGÜDER

 

Genel Yönetmen : SERDAR AKAR

Senaryo : EMRAH SERBES , ERCAN MEHMET ERDEM

Yönetmen ve Görüntü Yönetmeni : ZEKERİYA KURTULUŞ

Yönetmen : DOĞAN ÜMİT KARACA

Yapımcı : TARKAN KARLIDAĞ 

Dizide kim kimdir..

behzat ç. : behzat ç. cinayet masasında bir polis. akademiden 1985 yılında mezun olmuş.
sınıf arkadaşı mesleğinde en üst mevkiiye yükselirken o aldığı cezalardan dolayı hep aynı yerde kalmış. çünkü behzat ç. yazılı adalete karşı çıkıyor. kanun onun umurunda değil! onun için varsa yoksa vicdan. özel hayatında yaşadığı travmalar iş hayatını doğrudan etkiliyor.o yüzden belki de bu kadar tutarsız.hayatta hiç kimseye özellikle kadınlara güvenmiyor.tek güvendiği insan kızı berna…

harun : 30 yaşlarında, iri yarı ve kaba saba biridir. hayatta saf ama cinayet işlerinde çakaldır. korkutucu bir mizah anlayışı vardır. sekiz yıldır behzat ç. ile beraber çalışmaktadır. onun en yakın çalışma arkadaşıdır. amiriyle zaman zaman çatışmakla birlikte ona sonuna kadar güvenir. amiri bir çatıdan atlasa o da peşinden atlar. görev adamıdır ama ters tarafına denk geldi mi söz dinlemeyi pek sevmez, inisiyatifini sonuna dek kullanır. iyi koşar, iyi dövüşür. fiziki meselelerde ekibe katkısı en önemli özelliğidir. polis olmanın her türlü avantajını kullanır. maçlara beleş girer, yasak yere park eder, sağa sola diklenir. iyi bir şofördür ve motorlu taşıtlar uzmanıdır. spor gazeteleri okur, mizah dergilerine göz gezdirir. ankaragüçlüdür. iştahı yerindedir. her türlü abur cuburla beslenir. bilinebilecek her şeyi bildiğini düşünür. sinir bozucu bir özgüveni vardır. sinirli bir mizacı vardır, çabuk öfkelenir ama karamsar değildir. behzat ç.’nin karamsarlığına karşı bir kontrast oluşturur. melankolik değildir, dışa dönüktür, esprili olmaya çalışır. yaşama karşı tutumu, savaşçı ve saldırgandır.

hayalet : ekibin kulağı en delik adamıdır. her türlü çevre araştırması ve istihbarat işi ondan sorulur, aranan adamları şıp diye bulur. açık tenlidir, cılızdır, çöp adam gibidir. o kadar ince ve beyazdır ki hayalet zannedilir. lakabı buradan gelmektedir. “adı sami ya da sabri gibi bir şeydir”, ama kimse hatırlamaz. tavrı ve duruşu belli belirsizdir, keskin hareketler yapmaz, su gibidir. gözden hemen kaybolur, nereden geldiği belli olmaz. ayaklarının altında raylı sistem varmış gibi hareket eder. seridir, gözden hemen kaybolur. gözleri çok keskindir.

akbaba : 40 yaşlarındadır ama yüz senedir cinayet masasında çalışıyor gibidir. büronun demirbaşıdır, hayatı cinayet olmuştur. akademiden değil, çekirdekten yetiştiği için komiserlikte kalmıştır.  bütün yaralama ve cinayetlere ilk elden bakan cinayet büro elemanı odur. ölenlerin ve öleceklerin kokusunu aldığına yönelik bir rivayet vardır. bu yüzden ismi olan ismet unutulmuş lakabı akbaba baki kalmıştır. hastanede yaralıların başında bekleye bekleye kendi çapında bir tıp kültürü edinmiştir. yaralanma çeşitlerinin hepsini bilir, kimi zaman 112 gelene kadar ilkyardımda bulunur. tanımayan doktorlar, ‘meslekten misin’ diye sorar kendisine. kendi çapında bir halk hekimi olduğu da söylenebilir. iş arkadaşları dışında bir arkadaşı ya da bilinen bir özel hayatı yoktur. sadece vaktinde evli olduğu ve karısının başka birine kaçtığına yönelik bir takım rivayetler vardır.

şevket : 50 yaşlarındadır. behzat ç.’nin ağbisidir, bir alışveriş merkezinin müdürüdür.
oturaklı bir tipi vardır. çokbilmiştir, kendine güveni tamdır, dışadönüktür. işinin kurdudur, ‘gemisini yürüten kaptan’ anlayışıyla hareket eden pratik bir adamdır. senelerdir behzat ç.’yi arkasından toplamaya çalışır. o soruşturma geçirdikçe şevket araya adam sokmaktadır. yüksek mevkilerde hatırlı dostları vardır, bu açıdan boş bir adam değildir. behzat ç.’nin sürülmesini ve açığa alınmasını engeller sürekli. kızsa da bağırsa da, kendi açısından hep onun iyiliğini ister.

(alıntılar , fotoğraflar ve bulabileceğiniz başka ayrıntılar : www.startv.com.tr..) 

Grup Çipura – Aşşk

Önsözden;
Yaklaşık üç yıl önce, sevgili dostumuz Ayhan Orhuntaş’la başlayan albüm serüvenimiz nihayete ulaştı..Günahıyla sevabıyla içimize sinen bir albüm oldu. Bestelerdeki samimiyete albüm kayıtlarında da korumak için sadece canlı sazlar kullandık.

Çoğu yerde sazların hatalarını bile digital ortamda düzeltmedik. Kayıtlarda bize yardımcı olan Erkan Akpınar, Duygu Müzik’in sahibi Sinan Çelik, buzuki kayıtlarında parçalara ruhunu katan güzel insan Buziki Orhan’a, sevgili dostumuz Nahit Sucu’ya, fotoğraf çekimlerini yapan Pelin Kekeç’e ve Burcak Subutay’a teşekkürü borç biliriz..

Neden çipura? Nazım Hikmet “deniz olunmalı oğul” diyordu. Biz bir balıkla başlıyoruz. Hem Akdeniz’e hem de Ege’ye ait olan, bizim müziğimizin en iyi sembolleştiğine inandığımız bir balık. Biz Çipura’yı bir akvaryumda büyütüp denize bıraktık, ellerinize..

Kerem KEKEÇ : Çipura’nın gitaristi  ve solisti, aynı zamanda bestecisi. Heybeliada Hüseyin Rahmi Gürpınar Çok Programlı Lisesi’nde müzik öğretmeni.  Müzik için mühendisliği bile terk etti. Yaklaşık 15 yıldır müzikle profesyonelce uğraşmakta  ve kendini müzik yoluyla ifade etmeye çalışmaktadır. Bu 15 yıl boyunca bir çok grupla ve müzisyenle birlikte çalıştı. Yaklaşık 3 yıl önce Çipura’yı kurup artık kendi parçalarından oluşan ilk albümleri AŞŞK’ ı dinleyicilere ulaştırmayı başardılar.
İhsan Duygu KOÇOĞLU : Çipura’nın perküsyonisti. Müziğe merakı ilkokul çağlarında tükenmez kalemleri baget niyetine kullanarak vurduğu sehpalardaki beyaz dantelleri mahvetmesiyle başladı.  Ortaokul ve lise yıllarında perküsyona olan ilgisi giderek arttı. Kısa bir dönem Pera’da klasik gitar eğitimi aldı. Sonraları çeşitli ritm atölyelerine katıldı. İlk heyecanını 2002’de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Jazz festivalinde yaşadı.  Dönem dönem Kerem’e sahne ve konserlerde eşlik etti. Gurubun kurulmasıyla birlikte çeşitli barlarda bu birliktelik sürdü. Bu durum Çipura’nın profesyonel çalışmasında da devam etti.

Murat AKBULUT : Çipura’nın bas gitaristi. Çevre Koleji’nde müzik öğretmeni. Kerem’le üniversiteden sınıf arkadaşları. Lise son sınıfa kadar müzikle ilgisi derslerde yanında oturduğu çocukluk arkadaşıyla kafalarını sıranın gözüne sokup şarkı söylemekten ileri gitmemiştir Hatta ağabeylerinin çaldığı bağlama ve gitar gecelerinde bile tribün tezahüratı yaparak geceye ayrı bir renk katmıştır.

Alper KURUM :Çipura’nın nefesli sazlar üstadı ve vokalisti. Kerem ve Ertuğrul ile birlikte yaklaşık 8 yıldır beraber müzik yapıyorlar. Boş zamanlarında bir inşaat şirketinde inşaat mühendisliği yapıyor.

Ertuğrul Memed KOÇ : Çipura’nın bateristi. Grubun en genç ve yakışıklı elemanı. Su ürünleri mühendisi ve aynı zamanda dalgıç hocası.  Müzik onun için bir yaşam biçimi.

Albümdeki Parçalar :

 

01 Yalancı Dünya
02 Biçare
03 Elveda
04 Özledim Seni
05 Anamın Lafları
06 Ay Üç Çeyrek
07 Gülleri Döküyorum
08 Aşşk!
09 Acıları Kaldır
10 Dön Yüreğim
11 Kalbim
12 Yetmiyor

Belki 2005 yılında çıkmış olan bu albümü bilenleriniz vardır ama hala bilmeyeniniz varsa gidin kendinize bir güzellik yapın ve bu albümü satın alın . Emin olun beğeneceksiniz . Müzikle kalın ..

BLACKHAWK

 

‘kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm..’ – TURGUT UYAR

UZAK KADERLER İÇİN..

birgün, bir yağmurla garip garip

– çoluğu çocuğu terk edeceğim. –

bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım

alıp başımı gideceğim.

 

asır yirminci asırdır, amenna

bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım

neon lambaları büsbütün karartır gecemizi

uzaklar daha uzaklaşır

bir define çıkarır gibi kayalardan, ademden beri

sımsıcak sevgilere muhtacım.

 

bir gün alıp başımı gideceğim

-yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-

belimi bir ılık şal sarsın, mavi

hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız

rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin

görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

 

kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm

her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde

diyarı gurbette kanlı bir aşk

bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde

en uzak beyazlar,

en yakın ikindilerde, duygulu

ve bir sahil meyhanesinde bir akşam

içip içip ağlasam…

 

nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?

herkesin derdinden pay isterken.

uzak kaderlerin suları çağlar simdi

yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

 

birgün, bir parkta otururken, biliyorum

bir el yağmurla dokunacak omuzuma

bir çift göz, bir davet, bir kalp

çoluğu çocuğu terk edeceğim.

yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

 

bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak

toprak ve insan kokularıyla,

uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için

başımı alıp gideceğim..

TURGUT UYAR

‘YIKICI POLİTİKA , 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto..’- ANTONIO NEGRI

‘kapitalizmin olanaksız olduğu , bir şimşek çakmasıyla , kendi sınırlarında , başka bir deyişle yirminci yüzyılda büründüğü reformist kılıkla beraber ortaya çıkar.. nihayet bir tanıma ulaşıyoruz : ‘yirminci yüzyıl olanaksız kapitalizmdir..’ ‘reformizm neydi?’ , yanıt şudur : ‘avrupa , amerika , japonya , biz ve avustralya da dahil gezegenimizin şurasına burasına yayılmış olan birkaç on yıl..’ yirminci yüzyıl olanaksız reformizmdir , yan olanaklı tek kapitalist biçimin olanaksızlığıdır.. reformizm , ekim devrimi’ne ve bu ideolojinin sonuçlarından sorumlu olan ondokuzuncu yüzyıla karşı olanaklı tek yanıttı.. ancak reformizm olanaksız olduğu için , gerçekte ekim devrimi’ne karşı herhangi bir karşılık oluşturamadı.. yirminci yüzyıl sadece olanaksız bir düş ortaya koyduğu müddetçe var oldu.. dolayısıyla bu olanaksızlık yüzünden kapana kıstığı ve nefessiz kaldığı için , bu yüzyılın kendisi olanaksızdır.. yirminci yüzyıl reformizm var olduğu müddetçe var olur , o sadece bir yıldırım , (çok parlak olmasına rağmen) kısa bir şimşek çakması ya da gecenin karanlığındaki kısa süreli bir ışıktır..’

 

ANTONIO NEGRI

‘YIKICI POLİTİKA , 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto’

Çeviri : AKIN SARI

OTONOM Yayınları , Şubat 2006..

‘bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum.. belki kendi kendimden..’ – YUSUF ATILGAN

‘..ben çoğu geceler içiyorum , dedi.. şakağımdaki ağrıyı duymamak için iştah açmak için falan diyorum ama değil , biliyorum.. bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum.. belki kendi kendimden.. iki çeşit içen vardır.. biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer.. bir de şu çevrendekilere bak.. bunlar neden içiyorlar ? toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için.. çekinmeden bağırmak , yüksek sesle gülmek için.. dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır.. sokakta hiç gülmemek için burada gülerler.. böylesi az içer.. ya ben ? içiyorum da kurtulabiliyor muyum ? belki yalnız baş ağrısından..

– ya içmediğin zamanlar ?

– o zaman ararım..

– hep arayacaksın sen. ya resim , ya kitap..

– tutamak sorunu.. insanın bir tutamağı olmalı..

– anlamadım..

– tutamak sorunu dedim.. dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde gider gibiyiz.. tutunacak bir şey olmadı mı insanlar yuvarlanır.. tramvaylardaki tutamaklar gibi.. uzanır tutunurlar.. kimi zenginliğine tutunur ; kimi müdürlüğüne ; kimi işine , sanatına.. çocuklarına tutunanlar vardır.. herkes kendi tutamağının en iyi , en yüksek olduğuna inanır.. gülünçlüğünü fark etmez.. kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım.. öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı.. herkesin, ‘veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur’ demesini isterdi.. daha gülünçleri de vardır.. ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü , sahteliğini , gülünçlüğünü göreli beri , gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum : gerçek sevgiyi! bir kadın.. birbirimize yeteceğimiz , benimle birlik düşünen, duyan , seven bir kadın!..’

‘AYLAK ADAM’ , YUSUF ATILGAN..

Yapı Kredi Yayınları , sayfa :152..

‘öte yakaya geçen köprü , sözdür.. sükut ise , iktidarın bizi küçültmek için verdiği acıdır..’ – SUBCOMANDANTE MARCOS

‘atalarımızın atalarının sözü ve sükutu kendini bilmeyi ve bir diğerinin kalbine dokunmayı sağlayan doğuştan bir yetenek olarak görmeleridir asıl mesele.. gerçek erkekler ve kadınlar , yürümeyi konuşarak ve dinleyerek öğrenirler.. söz , içimize kadar giren o yürüyüşe biçim verir.. öte yakaya geçen köprü , sözdür.. sükut ise , iktidarın bizi küçültmek için verdiği acıdır.. sustuğumuz zaman çok yalnızızdır.. konuşarak acıyı hafifletiriz.. konuşarak birbirimize arkadaşlık ederiz.. iktidar , sözü kendi sükut imparatorluğunu empoze etmek için kullanır.. biz ise , sözü kendimizi yenilemek için kullanırız.. iktidar sükutu suçlarını gizlemek için kullanır.. biz ise sükutu birbirimizi dinlemek , birbirimize dokunmak , birbirimizi tanımak için kullanırız..

işte silah budur , erkek kardeşler ve kız kardeşler.. biz deriz ki , söz kalır.. sözü söyleriz.. sözü haykırırız.. sözü yükseltiriz ve onunla halkımızın sükutunu bozarız.. sükutu öldürürüz sözü yaşayarak.. iktidarı yalanın söylediği ve fısıldadığı şeyle baş başa bırakalım.. özgürleştiren sözle sükutu bir araya getirelim.. (2001)’

SUBCOMANDANTE MARCOS..

  

‘küreselleşmenin asla hata yapmayacağı savı , inatçı gerçeklerle yüz yüze geliyor.. neoliberalizm kendi savaşını yürütürken , gezegenin her yanında protestocu gruplar , isyancı çekirdekler ortaya çıkıyor.. şişkin cüzdanlı finansçılar imparatorluğu , direniş hücrelerinin isyanıyla karşı karşıya.. evet , hücreler.. büyüklü , küçüklü , farklı renklerde , farklı biçimlerde.. tek ortak noktaları : ‘yeni dünya düzeni’ne ve insanlığa karşı dördüncü dünya savaşı’nın temsil ettiği suçlara karşı direnme arzusu..  (2002)’

 SUBCOMANDANTE MARCOS..

‘hayır’ demek , onaylamanın en tam ve etkin yolu olabilir.. paylaşılan bir muhalefeti ifade eden birleştirici bir ‘hayır’ , genellikle çoklu ‘evet’lerin iletimidir : bir itirazı paylaşan herkesin neyi istediğinin ifadesidir.. insanların neyi istemediği etrafında örgütlenmesi , onların farklı kabullerinin yoğunlaşmasına meydan vermeyerek bu türden çokluğu kabullenir.. buna karşılık , her zaman taraftara ihtiyaç duyan siyasetçiler ve partiler ‘hayır’ üzerinde odaklanmayı imkansız ya da etkisiz görürler.. sürekli olarak homojen ve soyut idealleri ve istekleri tanımlayan onaylayıcı öneriler beklentisindedirler..’

GUSTAVA ESTEVA , ‘Zapatistaların Ya Basta – Yeter ve iktiadarın ele geçirilmesine ‘Hayır’ politikalarına ilişkin yazısından..’ 

‘ZAPATİSTALAR , Yerelden Küresele Ulaşan İsyan’ , ALEX KHASNABISH..

Çeviri : NİLGÜN GÜNGÖR

ABİS Yayınları , Ağustos – 2010..