birer yabancı..

BİRER YABANCI..

‘ağır ve de hemen hemen tek başına bir içme süreci yaşamıştım dün..

‘dayıyla’ başladık içmeye.. tüm gündüz beraberdik.. sözde çalıştık , birkaç yere uğradık , iş yapar gibi yaptık.. daha sonra yolumuz nedense adana dostlar kebapçısına yöneldi.. öğleden sonra olduğundan sakindi lokanta.. dışarıdaki güneşli masalardan birine oturduk.. rakı istendi acil şekilde masaya.. birer duble içildikten sonra tansiyonlar normale döndü ve sinirler gevşedi.. çok acıkmışım.. mideme zararlı ne varsa istedim meze olarak , ama en güzeli nar ekşili roka salatası.. yedikçe acıkıyorum ve içim açılıyor sanki.. böyle bir lezzet olamaz.. bizim memlekette bu salataya taze nane ve maydanoz da koyarlar o zaman direk gökyüzüne doğru havalanırsınız.. hele hele yanında rakı da varsa..

neyse dayıyla iki saat orada demlendikten sonra çöplüğümüze döndük.. çöplüğümüzde ziftlenmeye devam ettik..  sohbet sohbeti açtı.. ‘dayının’ canı benden sıkkın , benim ki ondan.. ‘dayıyı’ bir ara oğlu aradı , evde ki bilmem hangi saçma nedenden dolayı onunla tartışmaya başladı.. dayı incileri diziyordu telefonda oğluna : ‘seni doğuran kadına söyle canımı sıkmasın daha fazla.. yeter be , yetmiş küsür yaşındayım kimse bu kadar kötü niyetli davranmadı bana.. bu son artık bir daha tekrar ederse  çekip gideceğim , kaçacağım.. sizin suratlarınızı görmemek , zırıltınızı , paranoyanızı çekmemek için..’ dedi ve telefonu oğlunun suratına kapattı.. sonra bana döndü ve yine bal damlıyordu ağzından : ‘çocuklarımın annesi olan kadın..’ diye başladı dert yanmaya ve esti , yağdı , gürledi..

kaç duble rakıdan sonra bilmem , canımın sıkıntısından biraya döndüm.. şişeleri dayının yanına yere diziyordum , ‘dayı’ yazacaktım her zaman ki gibi şişelerle.. fakat yazamadan  ‘dayının’ gelen ‘özel konuğu’ ortamı bozdu ve ‘dayı’  çıkmak zorunda olduğunu özürleriyle bildirdi.. tam iki kat yaşı var benden dayının : 36 X 2 = 72.. yaş farkına rağmen hayatımdaki en yakın arkadaşım oldu.. yaşına rağmen hiç of demiyor , yoruldum kelimesi yok lügatında.. en önemlisi yalan yok.. direk söylüyor söyleyeceğini , evirip çevirmiyor.. haklı da , haksız da olsa mermi gibi akıyor kelimeleri suratınıza.. neşelendiğinde ‘ben sahtekarım değil mi müdürüm’ der en nazik şekilde.. gülmekten çatlarsınız.. neyse dayı özürleriyle beni ‘sattığını’ söyledi ve çıktı ‘konuğuyla’..

kutsal yalnızlığıma kavuştum yine.. soap kills’in tüm albümlerini açtım , sesi yükselttim ve içerken , seninle fotoğraflarımıza bakmaya başladım.. daldım gittim sana..

kaç ay oldu  , kaç gün oldu göremedim seni..

kaç kere geldim de sana rastlayamadım o denizin yanında olmasına rağmen kapkara olan o şehire..

sokaklarında aylak aylak saatlerce dolandım.. parklarında oturdum.. oturduğun , çalıştığın  yerlere gittim , yoktun hiçbir yerde..

şaka gibiydi.. hayatıma usulca bir kenardan girdin , her noktasını işgal ettin ve bir gün birden kendini benden aldın , esirgedin.. her şey olmamış mıydı , her şey yalan mıydı , bir rüya mıydı.. sen yok olmadın aslında beni yok ettin..

kaç kere gittim o kara şehre.. kaç bin kilometre yol yaptım seni en azından görebilmek için.. ama her defasında hüsran , hayal kırıklığı.. her defasında yeni bir umutla şehre son sürat giriyordum ve saatler sonra yıkık  , yenik bir ordunun askeri gibi ya da diğer köpeklerce hırpalanıp benzetilen bir köpeğin kuyruğunu kıstırıp dönmesi gibi dönüyordum istanbula..

hiçliğime hiçlik katıyordu her kilometre.. yokken beni var etmen , sonra kendi ellerinle beni yok etmen , yok sayman acımasızca.. cezam acımasızca infaz ediliyor ve ben suçum ne bilmiyorum.. dayanabilmek için bu cezaya aylardır içtiğimin haddi hesabı yok.. içmediğim gün yok.. alkolle değiştirdim damarlarımdaki kanı , alkol akıyor damarlarımda  kan yerine.. neden diye sorsalar ‘küçük prensteki’ gibi neden içiyorsun bu kadar , oradaki ayyaş gibi ‘unutmak için’ derdim.. neyi unutmak için diye sorsalar cevabım farklı olur : ‘hiçliğimin , yok sayılmamın verdiği acıları unutmak için’ derdim..  

bunlara daldığım yerden ekranın karşısından kalktım.. kafam kazan gibi.. eve gittim yatağa kendimi attım.. yattığım yerden yine kendimi kandırmaya başladım ,  ‘yarın yine git o kara şehre erkenden.. yarın belki görebilirsin , belki rastlarsın’.. derken kendi kendime uyumuşum..

seni gördüm yine rüyamda.. her zaman görüştüğümüz haldun tanerin önündeki bankta bekliyordum seni.. arkamdan gelip yine gözlerimi kapatacak mısın ya da aniden yanıma pat diye oturacak mısın diye düşünüyordum.. aynı şeyleri ben de sana defalarca yapmıştım fakat sen yaptığında suda boğulurken bir anda oksijene kavuşur gibi heyecanlanıyor nefes nefese kalıyordum.. ben yaptığımdaysa bunları sen sigarandan bir duman çekerek ismimi uzatarak bana bağırıp neşeyle kızıyordun..

rüyamda da bekledim , bekledim seni.. bu sefer de gelmedin , seni beklerken derin bir çarpıntıyla yataktan fırladım.. inanılmaz bir baş ağrısı vardı.. sabahın beşiydi.. yatakta beş on dakika gözlerim kapalı uzandım.. seni düşündüm düşündüm , ağladım , yalvardım sana.. neden dedim neden..

gözlerim yaşla dolu fırladım yataktan , elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştirip attım kendimi arabaya.. o kara şehre doğru sürmeye başladım..  oturduğun mahalleye gidip evine en yakın otobüs durağında seni bekleyecektim..

saat altıyı geçiyordu gazı kökledim.. bir saniyelik gecikme belki seni görememe yol açacaktı..her şey yolunda giderken trafik birden durdu.. kaza olmuş , yolu temizliyorlardı.. sabır sabır dedim fakat küfrettim kendime..

bir süre beklemeden sonra trafik açıldı ve soap kills ‘tango’ diyordu ben iki yüzlere çıkarken.. bir anlık dikkatsizliğim ya da lastik patlaması son ‘tango’m olmasına yol açardı bu hızla giderken ama sensizlikten daha kötü ne olabilirdi ki..

kara şehre girdim son hızla.. şehir merkezini geçtim , arka mahallelere doğru sürdüm , trafik ışıkları hep yeşil yanıyordu ya da ben öyle sanıyordum..

ve senin mahallen ,  siten , durağın göründü sırayla.. hızımı azalttım sitenin olduğu caddeye girdiğimde.. yaklaştıkça kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu.. üç dört senedir böylesini yaşamamıştım.. durakta önce bir beyaz renk yoğunluğu gördüm kalbim çatlayacaktı sanki.. sen hep beyaz giyerdin – ya da mor-.. yaklaştıkça inanamadım sendin duraktaki , elinde laptop çantan , siyah ceketin ve beyaz , bembeyaz pantolonunla işte sendin duraktaki.. aylar sonra seni görüyordum ; kaç saniye , kaç saniyeydi.. bilmiyorum.. yavaşladım.. ve beni fark ettin sende görüş alanına girer girmez , fark etmemen imkansızdı ki.. aylarca bu arabanın içinde yaşamıştık adeta..

ve o an işte o an ,  beni fark ettiğin anda kafanı çevirdin ya..

yok olmak istedim o an , her şey dursun istedim , her şey son bulsun..

ilk dönebildiğim yerden döndüm geriye hemen , inip sana sadece ‘merhaba’ diyecektim ve devam edecektim ama döndüğüm yerde halk otobüsü önüme geçti , otobüs seni almadan onu geçmem lazımdı , geçemedim.. otobüsün arkasından beni görebileceğin şekilde hızla geldim durağa doğru.. ve sen benim geldiğimi gördün.. beni görmene rağmen yavaş yavaş acıyı kalbime sapladın , yokmuşum gibi benim olduğum tarafa bakarak otobüse bindin..

sen önde otobüste , ben arkada arabada şehir merkezine doğru yol almaya başladık..

aylardır kapalı olan telefonlarımdan birini açtım , sana ‘ne kadar komik değil mi birer yabancı gibi sen önde otobüste , ben arkada gidiyoruz’ diye mesaj attım.. kapattım hemen telefonu çünkü zevkle tatmak istiyordum bu acımasız yok sayılışı..

peşi sıra giderken otobüsü bir anda kaybettim bir kırmızı ışıkta salaklığımdan.. ben de direk çalıştığın işyerinin olduğu caddeye gittim , arabayı park edip caddenin girişine koştum.. yürümeye başladım caddenin diğer başına doğru ama yoktun etrafta , yürüdüm yürüdüm yoksun.. bir ara arkamı döndüm işte sen arkamdaydın , sessiz sakin ve hiçbir şey olmamışçasına yürüyordun.. görmüştün beni ve görmezden geldin yine.. ben de yürümeye devam ettim..

bir elinin arkamdan omzuma dokunmasını , seslenmeni bekledim.. caddenin sonu geliyordu yavaş yavaş ve düşündüğüm şey olmadı.. kimse dokunmadı ya da seslenmedi..

caddenin sonuna geldim , ne yapacaktım geriye mi dönecektim ya da hangi yöne gidecektim.. durdum , o an gözlerimi kapattım bir süre beklemek istedim , arkamdan yaklaşıp gözlerimi ellerinle kapatacağını hayal ettim.. zaman yavaşladı sanki.. kalbimin atışları da yavaşladı.. yanımdan , sağımdan , solumdan insanlar , arabalar geçiyordu ve ben gözlerim kapalı bekliyordum.. bana yaklaşan her ayak sesinde heyecanlanıyordum ama hiçbir el kapalı gözlerimi kapamadı..

gözlerimi açarken caddeye doğru döndüm.. seni iş yerine girerken gördüm.. bir yerde durmuş ya benim uzaklaşmamı beklemiştin ya benim ne yapacağımı izlemiştin ya da bir şeyler almak için bir dükkana girip çıkmıştın , yoksa çoktan işyerine girmen lazımdı..

döndüğümle kaldım caddenin başında.. hiçbir yöne kıpırdayamıyordum.. sabahın ayazı zaten donduruyordu.. ben var mıydım gerçekten bu dünyada , şu yaşadıklarım hepsi bir rüya mıydı..

bir süre öylece kalakaldıktan sonra caddeden aşağıya geri yürümeye başladım.. içim kan ağlıyordu.. ‘yok olsam yok olsam yok olsam’ diye sayıklıyordum kendi kendime..

arabanın yanına ulaştığımda son kez geriye dönüp caddeye doğru baktım bir umutla.. ama yoktun..

arabaya bindim..

senden , kendimden  , kara şehirden hızla uzaklaşmaya başladım..

hangi yöne nereye gidecektim ki olmadığım , yok sayıldığım bir dünyada..

bir bankın bile beni acıtıp , ağlattığı ; bankın yanından her geçişimde tüm ağırlığıyla , acımasızlığıyla kalbime saplandığı  şehre mi geri dönecektim..

her köşesinden , her noktasından  senin karşıma çıktığın şehre mi geri dönecektim..

her yerde sen ve senden bir şeyler var..

zaten sen nerede yoksun ki..

benim olduğum her yerde sen de varsın.. kendimden kaçmam lazım.. bir insan kendinden kaçabilir mi.. 

işte kaçıyorum kendimden..

kara şehirden otoyola çıktım , gazın sonuna kadar bastım yüz , iki yüz..

‘follow’ çalıyordu soap kills’ten ve her şeyden  , her yerden , kendimden uzaklaşıyordum..

ne olurdu ki bir merhabanı duyabilseydim..

ne olurdu ki..

bilmiyorum..

ama son bildiğim , öğrendiğim şu oldu : nereye gittiğini bilmez bir halde iki yüz kilometre hızla üç şeritli otoyolda ilerlerken birden önünüzdeki üç şeridin en sağındakinde beton kamyonu , diğerinde tır , en soldakinde de otobüs belirirse her şey birden duvar olur ve son olur.. 

Crockett..

(resim  :VINCENT VAN GOGH , fotoğraf : BLACKHAWK..)

Comments are closed.