bir nedeni yok yalnızca öptüm…

bir nedeni yok yalnızca öptüm

dudaklarım gerisin geriye çekildi;   ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı   ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim   seni; gözlerimi kapadım. bekledim. beklerken, özlemenin hangi geçitleri   geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite   indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını   anlatamadım. evet, bilmiyordum. bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle   kurar gibi sevişmeyi. sevişirken sözlük kullanıyordum hala. ama, seni   seviyordum. ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata   yapıyordum sana. sana yaklaşamıyordum. yasaklanmıştın adeta. çiğnemeye   çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, fark etmiyordu   hiçbir şey. küçük bir ateş. küçücük bir ateştin sen. sönmekten ürken bir   ateş. bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. aşkın mecali   kalmamıştı. sessizce sokuldum yanına. acıyla irkildin. gülümsedim.   gülümsememe anlam veremedin elbette. kimdi bu? ne istiyordu? tanımadığın   biri. hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. fuzuli bir beden,   karşındaki. usulca uzandım,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. uzayın adını ben koymadım. uzayın   adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. rahatlatır   beni o. bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm.   yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. romantizme uyum sağlamak için de   değil. öyle. işin gerçeği budur. yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. bembeyaz   bir yalnızlığın olmalı senin de. lekesiz bir yalnızlık. lekelenmeye müsait   bir yalnızlık. tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. pişmansın.   pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. elinde olsa, avaz avaz   bağıracaksın sokaklarda. ‘neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. olmuyor tabii.   olmuyor. sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına   sığınıyorsun. beni anlayacağın günler gelecek. beni de göreceksin. benimle   tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. korkma lütfen,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. bir gün otururuz   evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. kaç yaşımdaysam, o kadar yıl   sürer konuşmam. çay pişiririz. çaydanlığa su yerine votka koyarız sen   dilersen. sonra da sen anlatırsın: sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları,   sevdiğin canlıları, sevdiğin… hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. ben   sıkılmam. ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. seni hayal ederken keşfettim   sıkılmamanın azametini. bir insan, bir insanı sıkamaz. bir insan canı isterse   sıkılır. hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. hacimler   açarsın bana; çağlayarak gelirim. endişelenmen gereksiz,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası.   endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. başkalaşmaya   çalışıyorum. gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. değişmek, hiç de zor   değil. yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. anlaşılmak   istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları   hissetmek arzusu bu. evet, tıpkı bu. sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin   ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte   sadeleşebilmek. birlikte dansedebilmek gibi. sen hastayken başucunda birinin   sabaha kadar oturması gibi. arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün   açılmamasına dikkat etmesi gibi. bir başkası için hayatta kalma çabası gibi   sanki. ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. ummadan, hayal etmeden,   sıradan, olduğu gibi doğal. ve ciddi. ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme   gücü. bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. ben bu yeteneğin bir parçası   olarak sokuluyorum sana. masallarla geliyorum. efsanelerle geliyorum.   herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. artniyetsizim. inan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru   halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? !   bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları,   karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün   aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım   işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı   bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama   sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların   doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma,   kafam biraz dağınık,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. kızmamalısın.   darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. sevgi, hoşgörü takıntıları   da değil. bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin   halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak   da. aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? neden tarihin çuvalına   tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ılımlılık mı   kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı?   demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. senin yüzünden daha güzel olamaz   krediler, faizler, repolar, tahviller. dünyanın en uzun gecesi 21 aralık   değil, beni terkettiğin gecedir. beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir.   bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! gerçekten   kırıyorsun beni,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu,   biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan   birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla,   onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da   sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe   her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün   aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı   koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine   ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz   misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya   hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü   gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız   var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız   bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya   karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan   söylemiyorum

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını   yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü   bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “rüzgara dur,   yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı   kıskanmak var galiba. bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta.   hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. kazanmaktan çok, kaybetmeyi   göze alabiliyoruz. çikolata bile kurtlanabilir. dondurma erir. çiçek solar.   galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! birer hatıraya   dönüşseler bile! kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun?   sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. çünkü beni anlamadığını, anlamak için   uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. aynı otobandaydık ve   birimiz birimizin yanından geçip gitti. hafızasızlığı, gurur saymanın adil   yanı! . hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. hangimiz daha özveriliydik;   bunun da.. umarım mutlu olursun. bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. hiç   kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . yüzüme öyle bakma   nefretle,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını,   herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kim bilir, doğrudur belki de! .   adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim   ki zaten? romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin tehlikesi büyük!   romantizmin esrarı büyüleyici! romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve   hırslı!

ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim;   maceramız uzundu çünkü. maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar   mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. yani, sen ne kadar sevecensen,   ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. özveri denebilir buna.   evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad   olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. bu kaybedişteki kaosun   ritmiyle çekiliyorum sana. sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana   içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor,   ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . sakın ha üstüne alınma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben seni kırmak için yaratılmadım. uzun zamandır seni planlıyorum haksızca;   cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! belki; seni çok   yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim   aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! beni, başta sana olmak üzere kimliklere   karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? seni   kaybettim. bunu biliyorum. seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de   biliyordum. ortadaydı. bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır   yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! sana ait olanları içten içe   koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. hala da saygıyla ağlıyorum. büyük bir   tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp   kalan tavşan gibi,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun:   tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime,   ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde   bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana   yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimelerin kifayetsiz olma durumuna,   vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. seni bırakmama, seni   özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. bu da aşk işte! bu da entrika! bu da   soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir   çeşidi! peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler   kimin eseri? ! dur, dur, bağırma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bunlar da geçecek şüphesiz. seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme,   bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade   ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının   unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. yaralandım. bütün noktalarımdaki   nöbetçiler de yaralandı. çığırından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta   yalnızlığım. bir gerçek aramıyorum felakete. bir bahane göremiyorum   arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde.   ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. ama bilemiyorum   yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. eğer hissediyorsan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. ben bir cüce çocuk sevdim   sende sıska. şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan   saplantılı aşkını sevdim. o rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az   kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak   bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu   iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim.   dokunamadım sana. Parmak uçlarım neşterdi çünkü. kırılan bir kemiğin sesiyle   veda ederken,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

KÜÇÜK İSKENDER..

‘KARANLIKTA HERKES BİRAZ ZENCİDİR’ , KÜÇÜK İSKENDER, SEL Yayıncılık,  Ocak 2006, 232 sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.