IHLAMUR AĞACI.. – VÜS’AT O. BENER

 

 

 

 

 

 

 

‘baba : havuzun kirli sularında buldum.. (kutuyu , kapağını kapatarak cebine koyar..) su mu içeyim dedi , ne yaptı zavallıcık , ayağı kaydı her halde.. düşüvermiş , boğulmuş.. yetişemedim.. içiniz bir kuşun ölümünü bile kaldırmıyor değil mi.. benim de.. bilseniz neler canlandı gözümün önünde.. yetim kuş dedim , kendi kendime , anasız kuş , işte sonun bu ; bir damla su bile içemeden böyle.. onlardan saklayacağım.. söylesem alay ederler benimle.. benim mesleğim içlilikmiş , esnaflıkmış.. anladığıma göre acı alır , acı satarmışım.. öyle dedi kocanız.. evleneceği kızın da , ona yakın bir canavar olacağını düşünürdüm de , elim ayağım buz kesilirdi..

(gelin kımıldamaz , ağlamaz.. baba ağladığını sanarak..)

hiç , bir canavarın ağladığı görülmüş müdür.. önce onun öldüğüne inanamadım.. küçük gagasını aralayıp su damlattım , kırmızılığı daha solmamış diline.. göz derilerini aralamaya çabaladım.. tüylerini kuruttum , göğsüme soktum , ısınsın diye.. ben onu ısıtabilir miyim hiç.. benim soğumuş yüreğim , beni bile zor taşıyor.. şimdi onun temiz ruhu , mavi göklere yük..’

‘gelin : yok ben.. ne diyordum.. ha , ‘vazoya düşen bakır düğme şarkısı’ tutun ki ilk besteydi.. besteleyen de epsilon adında biri , bilinmiyor yani.. ‘bıkma’ herkesten önce onun içinde filiz verdi , ‘kendisinin farkına varan’ ilk o oldu , burası belli.. hemen beğendik mi şarkısını dersiniz.. beğenmedik tabii.. bilmem kaç yüz bin yıllık bülbülümüz varken değil mi ya.. ona alışmışken , yakındığımız yokken onun sesinden.. ama , o direndi.. çünkü bu beklenmez olaydan sonra , artık aramızda tutunamayacağını kestirebilecek kadar akıllıydı.. bakın bakın dedi , bülbülün sabah ötüşlerini andırmıyor mu şu tınlama.. yelin ezgisinden , dalgaların hışırtısından başka nedir ki bu.. biraz da bunu dinleyin ne olur sanki.. kulak verdik , kulak verdik , kulak verdik , tamam dedik , bak bu olur , bak şimdi böyle olur.. (baba  uyuklamaktadır..) ve bu , bir zaman sürdü.. sonra başkaları türedi , çünkü bıkmanın tadını hepimiz almıştık , aranıyorduk artık çevremizde böylelerini.. daha sonraları , daha başkaları çıktı ortaya ve kulaklarımıza taşıdıkları seslerin hiçbir sese benzemediğine , yepyeni , bilinmedik , duyulmadık olduğuna da bizi inandırmanın yolunu buldular.. buna da karşı koymadık , çünkü sıkıntımız o kadar da büyük , o kadar da dayanılmaz değildi.. hem onlar bize gene ‘bir şey’ gösteriyorlardı.. sözgelimi diyorlardı ki , ‘bu deniz sesi mi..’ hayır.. ‘bu..’ değil.. ya şu.. ya şu.. çağlar değişti.. şimdi.. (susuş) dönüş yolu kapalı , sınıra da geldik bana kalırsa.. (bağırarak) ne yapacağız.. söylesenize ne yapacağız..’

‘gelin : oysa siz , bir umutsunuz.. salgının dışında kalmış , kendisinin farkına varmanın eşiğinde olan biri..’

‘gelin : siz orada mı oturacaksınız.. bırakın şu küskün , yakalanmış halleri canım.. küçük meraklar , oyunlar , gösterişler peşindeyiz hep.. bu besbelli işte.. savunmaları mı gerek , dediğimde , iş savunmaya dökülünce küsmenin haksız çıkamayacağını düşünmüştüm.. haksız çıkamamak.. az acı mı bu.. (susar..)

ne diye inerler korkunç deniz diplerine.. dokuz bin metrelik dağların tepelerine çıkarlar.. dünyaya sığmazlar da , yıldızlara ulaşmaya kalkışırlar.. ne demeye öldürür insanlar birbirini.. düşündünüz mü hiç..

baba : bilmem , kim bilir..

gelin : sıkılmayı yenmeye çabaladıklarından.. ne yapsalar , kendilerine benzemekten kurtulamıyor , kendi kendileri olamıyorlar da ondan.. bilmem ama , herhalde hiçbir bülbül , ‘ne güzel ötüyorum’ demez , öter sadece.. ötmek için öter.. ötmek için bile ötmez , öter o kadar…’

VÜS’AT O. BENER , IHLAMUR AĞACI..

(Ihlamur Ağacı , İpin Ucu.. ,Yapı Kredi Yayınları , Ağustos 2004 , 165 sayfa..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.