isli lamba (okudukça büyüdüğüm şiirler…)

(büyük harften uzak duran büyük şair için, yazıda büyük harfe mesafeli durulmuştur.)

 

 

 

 

 

 

has şairim Haydar Ergülen’in bir yazısında övgüyle bahsetmesi ile tanıştım onurcaymaz ile 2000’de. “tek başına hiçbir şeye yaramıyor yalnız olmak” sözünün sahibi olarak aynı isimle tekrar karşılaştığımda kitapevlerindeki raflarda ismini taramakta oldu gözlerim. kendisini tanıyalım diyeceğim ama doğum tarihi ile başlayıp sıkmayacağım sizi, sözü şairin kendisine veriyorum;

“benim yazarken ve yaşarken, sahicilik gibi bir derdim var. yazı bir onur işi benim için. böyle olunca hayata karşı olan tavrınız keskinleşir. sevinince çok sevinen kızınca da çok kızar. sanat biraz da her şeyiyle ‘çok’ olan insanların işidir. zamanla büyüyüp olgunlaşmak denilen o kütlük, bir yanlarınıza bulaşırsa yazı falan yazamazsınız. kalemin ucu hep sivri olmalıdır…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kitaplarını aralayalım şairi tanımak adına;
“yaz tarifesi” kitabını şöyle duyurmuştur;
“kitapçılarda şiir bölümü gün günden küçülüyor, farkındasınızdır. Yaz tarifesi o bölümlerin birinden inecek yarın. kadıköy’de kayalıkların oralarda görülecektir. bir kafede kahve kanyak içecek midir mesela? Yaz geldiğinde, ‘kaş’taki bir balkonda’, ellerinde şarap şişeleriyle birileri okuyacak, yıldızları izleyecekler, memleketin kimbilir hangi deniz fenerinde birileri öpüşecektir sayfalarımdan mırıldanırken; birisi, ötekine bakarken aşık olacaktır yavaştan… başkası, defterine yazacaktır üç beş dize, sayfalardan birinin fotokopisini çektirip cüzdanında saklayacak bir muhasebeci var mıdır acaba, sirkeci’de ufak bir büroda çalışan?

eskişehir’e giden bir trende, pencere kenarında yalnız bir kız, askerdeki nişanlı bir delikanlı, gurbette beni artık hiç hatırlamayan çok eski bir dostum… kimlerin hayatından geçek, kimler ezberleyecek (şiirin ezberlenmesi için kafiyeli olması gerektiğini düşününler, ah), kimler yalnız gecelerinde üst kattaki tıkırtılardan korkup içinden tekrarlayacak yazdıklarımı, kimlerin fotoğrafının arkasına yazılacak, hangi otel odasının bir köşesinde unutulacak, kimler üzerine çay damlatacak bisküvisini banıp ağzına götürürken, çalan olacak mı peki bir kitapçı sergisinden, sahafa
düşünce sevinecek mi sözcüklerim, bilirim korsan basılmayacaktır ama hiçbir sahtekarlığın altında durmayacaktır pembe mavi kapağı.

şüphesiz hiç tanımadığım birisi, emekli türkçe öğretmeni olan babasına hediye edecektir. Kim parmakları sayfalara dokunurken yorgunluktan öylece sızıverecek, kim otobüsün penceresine başını dayarken hüzünle uykuya dalacak, kimin rüyasından geçecek, kim huzurla dolacak, kim okurken ilk aşık olduğu kadını / adamı düşünecek…”

yazdığı için şükran duyduğum “kah ve rengi”de altı kurşun kalemle çizilen dizelerim;

“şiir içimde bir trenin geçtiği çizik yollar
kar üstünde vurulan at
sırtında bezle maça çıkan çocuk”

“nasıl ki söylenmez bazı şeyler bakılır sadece
nasıl ki bir kadın kumaştır bazen sarılır
hangi mevsimde neyi giysem üşüdüm ben”

onur caymaz sözlüğü
çay: kavrayıp incecik belinden düşüyoruz kışın soğuk yatağına
kedi: siyah beyaz sanıp tırmalıyor zamanı
söz tutulmaz ki verilirse

edinilmesi elzem olanlar;
gece güzelliği
yaz tarifesi
bak hala çok güzelsin
ezilmiş leylaklar kitabı
kah ve rengi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘HERDEM’

 

Comments are closed.