‘ama arkadaşlık ağaca benzer, kurudumu, yeşermez artık..’ – NAZIM HİKMET

KARIMIN İSTANBUL’DAN YAZDIĞI MEKTUP

canım,
uzandığım yerde yazıyorum.
yorgunum pek.
aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil.
havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
haftada otuz liralık odun lazım,
başa çıkılır gibi değil.
sofada demin iş görürken,
battaniyemi aldım sırtıma.
camlar çerçeveler kırık, kapılar
kapanmıyor,
burda barınmamız imkansız artık,
taşınmalı!
ev yıkılacak üstümüze.
kiralarsa pahalımı pahalı.
sana bunları ne diye anlatırım?
üzüleceksin.
derdimi kime dökeyim?
kusura bakma.
ısınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
hele geceler.
bıktım usandım üşümekten.
rüyalarımda afrika’ya gidiyorum.
cezayir’deydim bir sefer.
sıcaktı.
alnımı bir kurşun deldi,
bütün kanım aktı,
ama ölmedim.
bana bir hal geldi.
çok ihtiyarladığımı hissediyorum.
halbuki biliyorsun,
henüz kırkıma basmadım.
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorumda,
söyleyince kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesten.
her neyse bu bahsi kapat.
paraguay halk türkülerini çaldı radyo.
bunlar dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış.
acıda, umutluda…
bayıldım paraguay türkülerine.
adviye’den mektup aldım.
beni çok göresi gelmiş,
hiç unutamıyormuş….
şaştımda kaldım.
yıllardır,

sen memleketten gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
ne bir haber yolladı hatta.
hatta sokakta karşılaştık.
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
en yakın arkadaştık!
ama arkadaşlık ağaca benzer,
kurudumu,
yeşermez artık.
ben cevap yazmadım.
neye yarar?
evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
düşmanlığımda yok elbet.
otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş
hastalıklı bir şeymiş adam
manyağın biri.
halbuki adviye ne canlı kadındır.
gidip baktım oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
yorganı açılmış, örttüm.
bir kara haberde verdi bu akşam radyo ;
iren jolio küri ölmüş.
yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anısı üstüne yazılmış.
bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder.
-satırlar gözümün önüne geldi-
sarışın iki yunan heykeli gibi der.
işte bu çocuklardan biri öldü.
bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
o sarışın kız çocuğu da.
bu ölüm bana çok dokundu.
iren jolio küri için
ağladım bu akşam.
ne tuhaf,
iren deselerdi, iren
öldüğün zaman
deselerdi,
istanbul’lu bir kadın
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan , deselerdi
şaşardı.
kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem

diye düşündüm.
adresini bilmiyorum ama
paris, frederik jolio küri desem
gidermiydi?
birde fransız yazarı öldü.
gazetede okudum.
adını bile duymamışsındır.
çok ihtiyardı zaten,
üstelikte egoist,
sinik,
cenabet herifin biri.
her şeyle alay etmiş ömrü boyunca.
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
mülakat vermiş ölmeden bir kaç gün önce.
ölümü alaya alıyor aklınca.
ama belli dehşetlide korkuyor.
resmide var.
büyükannemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
işte herif.
korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
o’na da acıdım
belki büyükannemize benzediğinden,
belki de yalnızlığına.
acıdım.
aynı acıma değil elbet.
acıyorsun iren küri’ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını ,
ama daha çok dünyaya acıyorsun ,
büyük bir insan öldü diye.
sana bir müjdem var ;
okumayı öğreniyor tembel oğlun.
epeyi söktü kerata;
tut, koş, kitap, kalem, çanta….
mükemmel değil mi?
her harfi bir şeye benzetiyor;
a bir evmiş,
b göbekli bir adam,
t bir keser.
ödüm kopuyor tembel olacak diye.
hep o’na iş yaptırmak istiyorum.
kız olsaydı kolaydı.
kadınların her yaşta
her iş gelir elinden.
ama beş yaşında bir oğlan,
ne becerebilir?
ah bir ısınsa havalar…

ısınacak.
uzadıkça uzadı mektubum.
kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver.
beni unutma.
bana hemen cevap ver,
akıllıdır münevver,
nasıl olsa ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
sensiz perişanım,
beni unutma.
kendine iyi bak.
gözlerinden öperim canım.
güzel geceler.
kendine iyi bak.
bana hemen cevap ver,
dertlerimi aklında tutma,
unut.
beni unutma..

NAZIM HİKMET

(cafe balzac’ın sonsuz güzellikteki manzaralı terasında şemsiyenin altında yağmur rüzgarla savrulup serinletirken bizleri , bir aydır sürekli yağan yağmurdan londra’ya dönmüş istanbul’un kadıköy’ünden kuşbakışı sultanahmeti , ayasofyayı , galatayı haydarpaşayı , gelip geçen vapurları , boğazı martı sesleri ve vapur düdükleri arasında seyrederken ‘aşk olsun , nur olsun’ diyerek kadehleri kaldırıp indirirken dostluğa , kardeşliğe , barışa , güzel günlere , ‘altın çocuk’ ‘sarı’mız her içtiğinde okuduğu gibi bu güzel nazım şiirini yüreklerimize okuyunca hep aylakadamız’a ekleyeceğim dediğim ama unuttuğum bu şiiri bir kez daha unutmadan siteye ekleyip sizlerle paylaşmak mümkün oldu sonunda.. ‘sarı’ya teşekkürlerimizle.. ‘sarı seni seviyoruz cicim..’

Crockett..)

(İstanbul Boğazı ve Anadolufeneri Fotoğrafları : Crockett..)

Comments are closed.