“BİR AŞK SÖYLEMİNDEN PARÇALAR”

ÇİLECİ OLMAK

 

ÇİLE. Ya sevilen varlığa karşı kendini suçlu bulduğundan, ya mutsuzluğunu sergileyerek onu etkilemek istediğinden , aşık özne çileci bir özcezalandırım tutumunu (yaşama düzeni, giyim, vb.) benimser.

 

1. Şu ya bu nedenle suçlu olduğuma göre (suçlu olmak için yüzlerce nedenim vardır, yüzlerce neden bulurum), kendimi cezalandıracak, bedenimi çirkinleştireceğim: saçlarımı çok kısa kestireceğim, bakışımı kara bir gözlük ardında gizleyeceğim (manastıra kapanma biçimi), kendimi soyut ve ciddi bir bilimi incelemeye adayacağım. Bir keşiş gibi, daha ortalık ağarmadan kalkıp çalışacağım. Çok sabırlı, biraz kederli, tek sözcükle onurlu davranacağım, hınçlı bir insana uygun düştüğü gibi. İsteriyle, yasımı (tuttuğumu varsaydığım yası) giyimime, saçlarımın biçimine, alışkanlıklarıma işleyeceğim. Yavaş bir “geri çekiliş” olacak bu; sessiz bir acıklılığın iyi işlemesine yetecek ölçüde bir çekilme.

 

2. Çile (çile hevesi) ötekine seslenir; geriye dön, bana bak, beni ne duruma düşürdüğünü gör. Bir şantajdır bu: ötekinin karşısına yokoluşumun imgesini çıkarırım: boyun eğmeyecek olursa (neye?), kesinlikle böyle olacaktır işte.

 

YIKIM

 

YIKIM. Öznenin aşk durumunu kesin bir çıkmaz, hiçbir zaman içinden çıkamayacağı bir tuzak gibi algılayarak kendini tam bir yokoluşa adanmış gördüğü şiddetli bunalım.

 

Mlle de Lespinasse

 

1.İki umutsuzluk düzeni: yumuşak umutsuzluk, etkin boyun eğiş (“Sizi sevmek gerektiği gibi, umutsuzluk içinde seviyorum”) ve şiddetli umutsuzluk: bir gün, herhangi bir olay sonunda, odama kapanır ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarım: acıdan bunalmış durumda, zorlu bir dalgaya kapılıp giderim; bütün bedenim katılaşır, allak bullak olur: keskin, soğuk bir şimşek içinde, yargılı olduğum yokoluşu görürüm. Zor aşkların aldatıcı ve uygar çöküşüyle hiç mi hiç ilgisi yoktur bunun, bırakılmış öznenin donmasıyla hiç mi hiç ilgisi yoktur: sert de olsa yıkılmış görmem kendimi. Bir yıkım gibi kesindir: “Ben bitmiş bir adamım!”

 

(Neden mi? Hiçbir zaman büyük bir neden değildir – hiçbir biçimde ayrılmanın bildirilmesinden gelmez; ya katlanılmaz bir imgenin etkisiyle, ya sevişme isteğinin beklenmedik bir biçimde geri çevrilmesiyle, haber vermeden gelir: çocuksudur – kendini anne tarafından bırakılmış görmek – birden cinsel oluverir.)

 

 

Bruno Bettelheim

 

2. Aşk yıkımı ruhbilimsel alanda bir uç durum diye adlandırılan ve “öznece kesinlikle kendisini yokedecekmiş gibi yaşanan bir durum” olan şeye yakındır belki de; imge Dachau’da yaşanandan çıkarılmıştır. Aşk acısı çeken bir öznenin durumunu Dachau’daki bir tutsağın durumuna benzetmek aykırı kaçmıyor mu? Tarih’in en olmayacak aşağılamalarından biri yalnızca kendi İmgeliğinin pençesindeki rahat bir öznenin  başına gelen uydurma, çocuksu, yapmacıklı, karanlık bir olayda yeniden bulunabilir mi? gene de iki durum şurada birleşir: her ikisi de gerçek anlamda bir ”panik” içerir: gerisi, dönüşü olmayan iki durumdur; kendimi ötekine öyle bir güçle yansıtmışım ki, ondan uzak kaldım mı toparlanamıyorum, kendime gelemiyorum: düzelmemesiye yıkılmış oluyorum. Bettelheim, la forteresse vide, giriş ve 95.

 

YÜREK

 

YÜREK. Bu sözcük her türlü devinim ve arzu için geçerlidir, ama değişmez kalan yüreğin bir sunma nesnesi olmasıdır – değeri bilinmeyen ya da tepilen bir sunma nesnesi.

 

1.Yürek arzunun organıdır (o da cinsel organ gibi kabarır, gevşer), İmgelik’in alanında kaldığı biçimiyle, büyülü. Başkaları, öteki, arzumu ne yapacak? İşte yüreğin bütün devinimlerinin, bütün “sorunlar”ının üzerinde yoğunlaştığı kaygı.

 

Werther 

 

2. Werther prens X’ten yakınır: “Yüreğimden çok kafamı ve yeteneklerimi beğeniyor, oysa bu yürek benim tek gururum (…) Ah, bildiğimi herkes bilebilir, yüreğimse bir bende var.” Siz beni gitmek istemediğim yerde bekliyorsunuz: siz beni olmadığım yerde seviyorsunuz. Ya da: insanlar ve ben aynı şeylerle ilgilenmiyoruz; yazık ki, bu bölünmüş nesne, benim;  ben kafamla ilgilenmiyorum (der Werther); sizse yüreğimle ilgilenmiyorsunuz.

 

3. Yürek verdiğimi sandığım şeydir. Verdiğim bana geri çevrildiği her seferde, Werther gibi, yürek bende bulunduğu söylenen ve benim istemediğim tüm akıl çıktıktan sonra bende kalan şeydir demek yetmez: yürek bana kalan şeydir, ve yüreğimin üstünde kalan bu yürek kabarmış yürektir: onu kendi kendisiyle doldurmuş olan gelgitle kabarmıştır (yalnız aşığın ve çocuğun yüreği kabarıktır).

 

(X haftalar boyunca, belki de daha uzun bir süre dönmemek üzere gitmek zorundadır; son anda yolculukta kullanılacak bir saat ister; satıcı hık mık eder: “benimkini ister misiniz? Bunlar bu fiyatayken siz çok genç olmalıydınız, vb.”; yüreğimin kabarık olduğunu bilmez.)

 

ROLAND BARTHES

 

Kitap Arkası :

 

Aşık olduğumuzda kullandığımız dil, her zaman konuştuğumuz dilden çok farklıdır; çünkü yalnızca kendimize ve hayalimizdeki sevgiliye yönelmiştir. İşte tam da bu nedenle yalnızlığın dilidir aslında aşkın dili… günümüzde bu yalnızlığa bir de aşkın toplumun kıyısına itilmesinden gelen yalnızlık ekleniyor: hâlâ bir çok insan aşık oluyor, aşk söylemi hâlâ sürüyor, oysa toplum cinselliği hevesle konuşurken, aşk söylemine alayla bakıyor.

 

Roland Barthes’ın edebiyatın başlıca aşk metinleri üstünden yazdığı bu arzu anatomisi kitabında, aşık olan herkesin iyi bildiği o bekleyişler, randevular, mektuplar, aşık olmak için aşık olmalar, “ölesiye seviyorum”lar, tartışmalar, intihar tehditleri, terk edip tekrar bir araya gelişler var.

 

Yazarın, aşk söylemini kavramlarla, çağrışımlarla yeniden oluşturduğu bu parçalar “aşk”ın, kelimenin belki de şimdi dünyamızdan yavaş yavaş çekilen o eski anlamıyla, nasıl bir “tutku” olduğunu gösteriyor.

 

“BİR AŞK SÖYLEMİNDEN PARÇALAR”, ROLAND BARTHES, Çeviri: TAHSİN YÜCEL, METİS Yayınevi, Mart 2012 (Dördüncü Basım), 215 Sayfa.

Comments are closed.