Babam

Siz uyuyordunuz, bahsi birazdan geçecek pazar sabahı..

Sabaha taşıdım kendimi, biri arkamdan mı itti, azim mi ettim bilmiyorum..

Saat 7 ye gelmek üzereydi, ya da gelmiştim tam emin değilim. Odaya giren ışık, girdiği pencerenin karşısındaki duvarı ikiye bölecek şekilde duvara dokunuyordu. O temas anları 06:45 en fazla 7’dir, bilirim.

Bir sigara yakıp kafamda günümü planladım, hiç adetim değildir aslında günü planlamak. Zaten beceremedim, sigaram bitti, kalktım.

Ayaklarımı sürüye sürüye buzdolabına kadar ilerledim, hemen dolabın yanındaki rafta bulunan radyoya “günaydın” dedim. Açtım, “Gripin – Sen gidiyorsun”. Değiştirmedim, doğru söylüyordu..

Buzdolabını açtım, hafta sonu olduğu için pek bir şey kalmamıştı buzdolabının saklama sınırlarında. 5-6 mantar, 2-3 yeşil biber, salça, bezelye, bakla, orta boy bir karnabahar, birkaç domates, birkaç limon, yağsız süt, 2 yumurta.. Buzluğu açtım, 10’lu bir paket milföy, kıyma, parça et, dondurma, asma yaprağı, kurutulmuş patlıcan.. Milföy hamurlarından 2-3 tanesini “gerçekten” diğerlerinden sökerek tezgahın üzerine koydum. “Şebnem Ferah – Yağmurlar” Etin bir kısmını uzun uğraşlardan sonra kesmeyi başararak mikrodalgada çözülmeye bıraktım. 2 yeşil biber, 2 domates.. Et çözüldü birkaç dakika sonra, tavaya aldım, üzerine domates, yeşil biberler ve mantarları doğrayıp ekledikten sonra bir bardak su ilave ederek, kısık ateşte bıraktım. Banyoya gittim, soğuk bir duş aldım, çamaşırlarımı değiştirdim, saçlarımı kurutarak tekrar mutfağa geldim. Karışımı, oklavayla biraz açtığım milföylerin ortasına dökerek, büyük mantı şeklinde kapadım. Ufak bir borcam tepsisi yağladım, milföyleri dizdim. Fırını açtım, biraz ısınması gerektiği için o ısınırken pantolonumu ve gömleğimi ütülemek üzere mutfaktan çıkarken radyonun sesini biraz daha açtım. “Teoman – Bana öyle bakma” diyordu, oralı bile olmadım.. Odaya girdiğimde yatağımı toplamadığım gerçeği karşıladı beni, biraz sitem etti.. Topladım.. Ütü yaptım tekrar mutfağa döndüm. “Feridun’u şarkısının sonunda, ufaktan toparlanırken yakaladım “Beni bırakma” kısa bir süre sonra da vedalaştık.. “Tual geldi hemen arkasından – “Tiryakinim” diye diye..

Milföyler fırında.. Onlar pişerken, ayakkabılarımı boyadım, aklıma geldi.. Ketıl’a bastım ( inadına Ketıl )

Cem geldi, Cem Özkan -“dön bana” demiştik ya.. Ona istinaden..

Siz uyuyordunuz, saat 8 e doğru yeltenmişti..

Çayım, milföy böreklerim (mantar, biber, domates, kuşbaşı et). Onur Akın – Bilmem doğru mudur yalan mı ama, “geceyi sana yazmış”.. İnanmadım, birinin daha seni böylesine yüceltebileceğine herhangi bir gece, yalanda olsa dinlemek gerekirdi..

Kahvaltımı yaptım, giyinip çıktım evden.. Hayır ! radyoyu kapatmadım.. Bir sürü güzel yalan söyledi, söylemeye de devam ediyor üstelik. Döndüğümde yalanda olsa dolu olsun istedim, evim..

Birazınız hala uyumaya devam ediyordu, 8:30 suları akıyordu..

Açık bir berber bulmak için bir süre cadde boyu yürüdüm, buldum da. Sabah sabah Edip Akbayram’la karşılaştık berberde, “Sen benden gittin gideli” dedi, merhaba yerine, sinirlerim bozuldu..

Sakinleştim Sakal tıraşı olurken, berber saçlarımı toparlarken Nirvana’ya ulaştık birlikte, “Lithium” ile, tıraş olduğum en sağlam berberdi..

Birkaç kişiyle, yol boyunca hiçbir doldur-boşalt istasyonuna uğramadan bitirdi yolu otobüs.. Babamın evinin olduğu mahallenin hemen başında indim otobüsten. Sessiz sedasız bir sokağa girdim, neşeli bir toprak kokusu karşıladı beni. Bahar havası sarkıyordu gök yüzünden. Evler sıra sıra ve simetrikti. Babamın evinin önüne dek geldim, hiçbir şey düşünmeden. Kapıyı yüzüme kapattığından beri, “Bak gidersen, babalıktan reddederim demiştim ya” kapı yüzüme yarı açıkken; o günden beri gelmedim, biliyorsun. Sözümü tutamadım, babamsın kabul ediyorum, sende hiçbir kapıyı yüzüme kapatmadın zaten..

Merhaba Baba dedim, “Seni göremez biraz daha yaklaş” dedi biri. Baktım, bizden başka kimse yok..

Yaklaştım, ama tezattır daha kısık bir sesle “merhaba” dedim, duydun mu ?

-Artık beni duyduğunu ve hayatında ilk kez sabit kalabildiğini ve ister istemez beni dinlemek zorunda olduğunu biliyorum, benim için bunun değerini bilemezsin Baba.. Bak nasıl hazırlandım sana, tertemiz, üstüm başım ütülü, ayakkabılarım boyalı, aklım derli toplu, aklım selim, istediğin kalıpta bir evlat gör beni..

Çok şeyler atlattık baba, biliyorum, atlattığımız çok şeylerin en çokta seni yıprattığını da. Her olay, her konu, omzuna binen artı bir yüktü, farkındayım artık. Önceden bu kadar yoğun düşünmediğimden olsa gerek, farkına varamadım; affet. Kardeşlerinin, akrabalarının darbeleri, sonra ağabeyimin, sonra benim.. Ne kadar hızlı tükettik seni. Ama sen babamızsın, dayanırsın tüm bunlara değil mi ? Kendin için ne yaşadın ki ömr-ü hayatında ? Ne olmuş biraz sabrını zorladıysak Baba ? Affet bizleri..

Sen gittin ya, kimseye babam gitti diyemiyorum ben. Eşşek kadar adamım, sen düşünce aklıma, gözlerimden damla damla çıkana dek dolanıyorsun aklımın her köşesinde. Seni çok üzdüm, biliyorum. Elinden gelen, hatta gelemeyenleri bile verdin bize, biliyor musun bu “sözüm” için çok geç kaldığımı düşünüyorum, ama tezaten bir şey yapmadığımı da. “Seni hiç Utandırmadım” baba..

Çok daha farklı olabilirdik aslında, konuşabilseydik arada. Ama başına açtığımız dertler, evlat sorumluluklarından filan olsa gerek hiç “adam” gibi yumurta tokuşturamadık seninle herhangi bir kahvaltıda.. Hep işin vardı, hayatla hep bir fazla mesain..

Gittiğin yerde bizi yine düşün Baba. Geldiğimizde yanında olmamızı sağla, biliyorum ki kıyamazsın sen bize. Son çabanda bizi daha da büyütmek içindi, şimdi anlıyorum Baba..

Dün Anne’min pardesüsünü asarken bir kağıt düştü yere, bir kaça katlı. Aldım yerden, açtım. “Ölüm raporun”

Kalp yetmezliği yazıyordu ölüm sebebine.

Hiç İnanmadım.. Senin kalbinin yetmeyeceği herhangi bir şey olabilir mi ?

O devasa kalbinin..

Koca koca doktorlar ama onlarda hata yapabiliyorlar.

Benim babam “insan yetmezliğinden” öldü, kimseye yetememezliği öldürdü onu..

Kalbi her şeye yetti ,

Yanılıyorlar !!

 

‘Düşsel’

Comments are closed.