‘çünkü korkunçtur yeryüzü..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘… BİRLİKTE YOL ALMAK

‘kulelerim sonunda! bu aylak dolaşmalar bitiyor.

susuzlukları daha büyük bir eksiklikle diniyor :

arzulayan sonsuz birden geri çekiliyor

çünkü korkunçtur yeryüzü.’

HERMAN MELVİLLE (the return of the sire de nesle..)

 

ırmağın geldiği yönde olma cinayetini işlemedik.. ta buzulda alındı yetkimiz; aynı anda suçlandık, ve hemen soldurulduk.. kurtulmuş birkaç kişi dolaşıyor orda burada, banliyölü.. duygusal durumlarımızın gençliği onları bozulmamış gösteriyor..

akşamın koyuluğundan çıkıldığı gibi, kitaplarının yüzeyinden kaybolmak, aksın diye onlardan göçmen ilkbahar, çoğul olmayan bedenimizin rahatsız ettiği konuk..

öylesine kolay bulmuştuk ki, maki’de, sürünme içgüdüsünü, çakıllı yüzeyde bir kara yılanın izine rastladığımızda, bu geçene ‘kaybolmuş sürünmeler’ diyorduk.. utanmış bir kıskançlıkla..

şu rüzgarın salladığı saz üzerindeki çil ardıç kuşuna bakınız, nasıl da deniz ayağı var onun!

ululayan şiir, nesnesi yüceldikçe ocağını yok etmektedir.. iyi geceler’ çok iyi geceler, yardımcı bir gücün dokunduğu, suçu tekrar eden bir zaman’ın dizlerinde tutulan.. hiçbir yasak yok beklenmedik barınağın önünde, sen olduğunda..

ters yüzünde şiir, en ufak ev nesnelerine ihtiyaç duyan iş gören kadın.. zenginlik ve tutumluluk..

paramparça olmadan önce, her şey hazırlanıyor ve duyularımızla karşılaşıyor.. bu hazırlık süresi bizim rakipsiz talihimiz..

çıkmak, tırmanmak.. ama kendini çekmek? ne kadar zor! ışıklı kalça hareketi, sıyırarak geçen güç, yeraltı yuvasından fışkıran ve, yer çekimine rağmen, sevinci doğurtan..

keçisağan kuşunu bitlerinden nasıl kurtarmalı? soru sorulmuş kalıyor, keçisağan kuşu şehrin üzerine gittiğinde..

değişken ‘yapraksız bitki..’ çiçeği kapanıyor.. bize baktı.. güçlü bir maviden.. usta ‘yapraksız bitki’!

senta, onun yelkeni hayalet gemi’nin beyaz direğinde, ölüme dek sadık.. ah! bizi elinde bulunduruyor.. kısa gençliğinde doğru sözlü.. sonra taşlaşmış.. bazıları yalancı diyecekler.. fısıldayan dudaklarını tırmalayan..

20. YÜZYILIN KANLI ÜTOPYALARI..

ne totaliter boynuz, ne de mantığa aykırılık alnımıza yerleşmedi.. günlük işlerde haklı ve haksızın kavramı sempatiye soluk aldırmadı..

kendini bağdan kurtulmuş sanan kişilerin politik kanama dinmezliği.. ne kadar çok, insana değil de insanlığa tutkun olanlar! ikincisini yükseltmek için birincisini alçaltıyorlar.. eşitlik, saldırganla uyumda.. bu onun laneti.. tavrımız bunu hoş karşılıyor..

ne kadar çok isteriz evrensel yazının bir tek gece bile kesilmemesini, yoksa bir aşk fenerinin eğik itişi tarafından yalnızca! böyle konuşur arzu.. geri dönüyor sözcük, her çeşit rüzgâra bu büyük barınak..

atom patlaması maddenin bilincidir, ve onun anlatımı olduğunu söyleyen güleç insanın zımbası.. onun tinsel sürekliliği üretmeye başladı.. umursamadan onun yer altı mezarlığını çıkarıyoruz..

sözcükleri bir kitle politikası yapmaya isteklendirmeyin.. bu anlamsız okyanusun dibi kanımızın kristalleriyle döşenmiştir..

totalitarizmlerin inden beri, kişisel benliğimize değil, katolik, katledilmiş toplu bir benliğe bağlıyız.. ölümün yararı imgelemsiz yaşamaya mahkum ediyor, dokunsal uzay dışında, alçaltıcı karışımlarda..

o kadar azimle ellerinde tutuyor gibi göründükleri şey, gözleriyle birlikte koparılacaktır onlardan.. bu yasadır, ya da yasada ekin sapı..

şiir, bir şantajın fidyesi olabilir mi.. tombul ve iğrenç dilim, ağlayan bir bulut ile kahkahayla gülen toprak arasına sokuşmuş.. bütün havada uçuşan örümcek ağları koşup geliyorlar, alışveriş konusu yapılabilir..

bir tane gerekir, iki tane gerekir, ..gerekir.. hiç kimsenin yeterlice birçok yerde birden olma yetisi yoktur, yalnız başına kendinin egemen çağdaşı olmak için..

bakışı yok, ya da pek az, yalnızca fırsat kollayan dikenleri var , sayısız.. kararmış yerleri ayırt etme yetisiyle, öylesine keskinleşmiş, öylesine keskinleşmiş bilinç, kirpi..‘sabahsı’lar yaşarlar, akşam, sabah, artık olmasa bile..

BAĞI ÇÖZÜLMÜŞLER..

kendine değil de, başkasına yalan söylerken nerede durmalı? daha aşağıda, titreyen yapıtın önünde..

yaşamdan boşanıyor, bağışlamayla dolunuyor! yaşam kararsız ve ölüm ateşli bizi bozguna uğratırken..

‘baudelaire, melville, van gogh’ yabanıl tanrılardır, tanrı okumaları değil.. teşekkür edelim.. ve eğilmiş ‘mandelstam’ı ekleyelim, yüzen, kolu mavi, yanağı korkuya ve tansığa dayanmış.. çarptırıldığı korku, ve ona karşı koymadığı ama kendisinden yayılan tansık..

içselliği, dumanlı iç’in eksikliğiyle resmetmek.. süzücü gözlerimiz deniyorlar bunu..

her şey doğruydu bunun içinde.. ölüm, el açıklığıyla yerine getiriyordu yaşamsal sözleşmesini.. ve yerine getirmiyordu, çıplak bir buzun üstünde köpüklenen bir can çekişmenin çıkmazında..

mevsimlerin, üstünde gemi yolculuğu yapılabilir şan’ına!

metrekarede kaç tane değişik gece vardır? yalnız şu oyun bozan bülbül bilir bunu.. biz, ki bu bizim ölçümüzdür, bilmeyiz..

bayılma hanımı kötü taşınan kafaları kovuyor..

benzerine olan yolun yarısında kalmak; son açık adımı atmamak.. üstünden atlarken hala düşünülüyor’

tanrı, düzeltici olan, ancak başarısızlığa uğrayabilirdi.. tanrılar, bu güzel çılgınlar, yalnızca kendileriyle ve dansçı arkadaşlarıyla uğraşan, güç arttırıcıdırlar.. birincisinden geri dönen, ama onunla ilişkide olan vahşi gladyatörler, ikincilerinin görüntüsünü bozmaktadır, onları aşındırmaktadır..

büyük yırtıcı hayvanlar için kuru pastalar.. kendinize alınız..

şiir, başka hiçbir sesin kan dökücü zaman’a emanet edemediğini alçakgönüllülük içinde söylemeye cüret ediyor.. yok olma durumundaki içgüdüye de yardım ediyor.. bu devinimde, içi oyulmuş bir sözcük, sözün rüzgarında başka bir yöne dönebiliyor..

düş, şimdiki-zamanı acılara salma makinası.. ne mutlu roman heykeltıraşı, ‘autun’deki müneccim kralların! başkalarının tanıdığı, kırağıyla örtülü, uzayan buzlaşma gecelerinde çalışmakta..

her defasında daha ileriye gitmek lutfu, daha çıplak, bizi uzun uzadıya gösteren aynı gün ağırması nesnesinin adını söylerken, bu tam anlamıyla yeniden canlanmaktadır..

belleğimin uykusu, gitmesini bilirim iplik eğiren kız kardeşlere, pişmanlığa kesip atan istenmiş atılışla, artakalmayı önemsemeyerek ve yaşam içinde kalarak..

önümüzde, yüksek dikilmiş, sorgulamak ya da devirmekten kaçınılması gereken verimli nokta..

an, zamanın verdiği ve bizim tutuşturduğumuz bir parçacıktır.. demir bir bağla boğulan tilkidir.. silinmez bir şey. bir çocuğun yanağında şarap lekesi, belleğin salladığı sazlar oyununun bağışı..

sularını gitgide ezilen topraklara iten bu savurgan derelere aitiz.. köprüler ve kırılırlar.. gemiyi yedekte çekmenin el emeği! ilerleyin, dizler alçak, gemiyi yedekte çekmenin el emeği.. ve durdurmayın bakışları.. gözüpeklik tek yetkinlik oluyor..

rüzgâra güven, budala değildir; afacandır boşluk, erdem taslamaz kan..

RENE CHAR..

‘Fenétres Dormantes Et Porte Sur Le Toit (1979) – Uyuyan Pencereler ve Damda Kapı..’

BEYAZ KİTAP Dergisi, Sayı : 7, Özel Sayı, Kasım 1984, Dergiyi  Yayına Hazırlayanlar : TURGAY ÖZEN, AHMET SOYSAL, HAKKI MISIRLIOĞLU..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.