“seni sevdiğimi anlayacaksın, sevmediğim zaman..”

“Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.” Rougemont

Aragon’un “mutlu aşk yoktur” sözüne kültür tarihçisi Rougemont tarafından verilen yanıttır..  hep yazılmış olan mutsuz sonla biten aşkların tarihidir. Mutlu aşklar nerede ?

Ama, nedense beni mutlu aşklar hiç ilgilendirmiyor.. yine düştük mutsuzluğun, acıların, cefanın, kırgınlıkların, incinmenin, intiharların, ölümün, aylaklığın peşine..

Birkaç yıl önce imkansız, mutsuz, tutkulu ya da en masum haliyle aşkları ve hikayelerini anlatan bir yazı okumuştum bir edebiyat sayfasında.. bazen bu tip yazıları kitaplarım, filmlerim gibi özenle saklarım.. notlar alırım.. işte birkaç gün önce o eski defterleri karıştırınca rastladığım notlardan,  benim de en sevdiğim yazarlardan, şairlerden ve en sevdiğim aşk hikayelerinden bir yolculuk yapmak istedim..  aşka, aşıklara, acılarına ve  bu acılara rağmen alınan o eşsiz hazza.. bir daha eskisi gibi olunamayan o çileli yolculuğa :

“aylak adam – yusuf atılgan ;  “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.” ,  “Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.” Aylak Adam, aşkın -ya da aşksızlığın- hikâyesidir.

romain gary ile jean seberg;   en sevdiğim jean… Roman Gary’nin  “ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin, ne de terk edebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz…”  cümlesi yürekleri dağlıyor.  Yine romain Gary’nin “Bir kadını tüm gözleriyle, tüm sabahlarıyla, tüm ormanlar, tarlalar, pınarlar ve kuşlarla sevdiğinizde, onu henüz yeteri kadar sevmediğinizi ve dünyanın, yapmanız için geriye kalan her şeyin bir başlangıcı olduğunu bilirsiniz.”  deyişi ve  aşkı tarif edişindeki  bu cömertliği, her şeyinden vazgeçebileceği, her şeyini verebileceğini,  insanın kerelerce hissetmemesi mümkün mü?

sabahattin ali’nin   kürk mantolu madonna ; Raif Efendi’nin bir Alman kadına duyduğu   aşk vardır.”Çocukluğumdan beri belki ilk defa olarak; hayatımın sebepsizliğini ve boşluğunu düşünerek içim ezilmeden, “Bugün de geçti işte.. Ve bütün günlerim hep böyle geçecek, sonra ne olacak sanki!” demeden uykuya daldım.”..  “Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?” Böyledir büyük yapıtlar, hep kaybedişlerden geriye kalanlardır. “

malina – ingeborg bachmann ; “  Malina, kuşkusuz bir ‘aşk kitabı’ değildir ama belki de aşk kitaplarının en yakıcısıdır. “Parola, Ivan.” der Malina, “Ve hep, hep Ivan.” Böyle bir aşkın var olduğu dünya, kötü bir dünya olamaz, dersiniz. Ama kötüdür dünya (“Biz, birbirimize götüren yolları bunca zahmetsiz bulabilirken, kentteki kıyım sürüp gidiyor;”). Malina’da altı çizilecek o kadar cümle var ki… Geriye bir iç yanması ve çok sigara dumanı kalır. Kitabın yazarı, “Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi?” sorusuna, “Hayır,” yanıtını vermiştir zira, “olamaz, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır.”

swann’ın aşkı – marcel proust ; Filmini de izlediğim bir şahane..“Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır.”  “Mutlu olan kişi âşık değil demektir,”  Sosyete çevrelerine girip çıkarak kendini var etmeye çalışan Swann’ın güzel Odette’e duyduğu basit ama sıra dışı aşk . aşka en sağlıklı yaklaşan  roman kişisi , Madam Leroi’dandır: “Aşk mı? Sık sık yaparım ama hiç sözünü etmem.”

mem û zin – ehmede xani ; Ehmede Xani’den eşsiz bir imkânsız aşk masalı… Mem’in Dicle nehrine unutulmaz seslenişiyle: “Benim gönlümün içinden de geç bir kez / Gözlerimin pınarına bak bir kez.”

ilk aşk – turgenyev  “Artık sıradan bir delikanlı sayılmazdım; çünkü âşıktım.”  İşte bu değişimdi.. devrimdi bana göre.. değiştirmeyen şeye aşk denir mi hiç ?

anna karenina – lev tolstoy ;  film olarak bile beni çok yaralayan bir hikaye.. son zamanlarda hep aklımdaydı.. hele kirpinin zerafeti-yaşamaya değer filmini izledikten sonra..    Özgürlük, tekdüzeliği kırmak, ikilemler ve sonunda ölüm… Aşkın iki kişilik olmadığı kesindir.   Anna, aşkının bedelini ödemiştir. Şunu unutmamak gerek: Tutkunun peşinden gitmek, ancak bedeli ölüm olunca, kitlelerin gözünde temize çıkabiliyor.

elsa’ya şiirler – louis aragon ; “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de / Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm / Orda bütün ümitsizleri bekleyen ölüm / Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde”.

alemdağ’da var bir yılan – sait faik ; “Kaybettikten sonra bulduğumuz şey. Nedir o bil? Nedir o bil?” diye sorar bir öyküsünde.   Alemdağ’da Var Bir Yılan öyküsünde, şu  cümle unutulmayanlardandır: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” ..

günlerin köpüğü – boris vian;  Tutkulu bir caz dinleyicisi olan Colin, bir gün Chloé  le tanışınca ona şöyle der: “Sizi Duke Ellington mı düzenledi?” ..  bu nasılda güzel bir betimleme, nasıl da naif bir aşk.

venedik’te ölüm – thomas mann ;  Ünlü yazar Aschenbach’ın olağanüstü güzel Tadzio’ya duyduğu derin aşk, sanatçının çıkmazı ve hüzünlü bir ölüm…

ahmet hamdi tanpınar’ın  huzur’ u ise  hem bir İstanbul güzellemesi, hem de mümtaz’la nuran’ın tutkulu  aşkını  anlatıyor..  sadece huzur desem ve defalarca okunsun desem yetmez mi ?

franz kafka’nın  sevgili milena’ya mektuplar’ında kalan aşk… “Senin” diye imzaladığı mektuplarında şöyle diyordu Kafka: “Adımı da yitirdim! Küçüle küçüle ‘Senin’ kaldı yalnız.” ..

johann wolfgang von goethe ‘nin genç werther’in acıları ;  Tutkulu  ve  platonik aşkın masumiyetini en iyi anlatan bir baş yapıt. “  Parmağı dikkatsizlikle Lotte’nin parmağına değdiğinde bile bundan derin anlamlar çıkaran Werther! Sonsuza dek üzgün genç âşıkların hüzünlü sembolü olarak kalacak… “Ah, siz aklı başında olanlar ! diye gülümseyerek seslendim. Tutku! Sarhoşluk! Çılgınlık! Öylesine rahat, öylesine katılımsız duruyorsunuz, siz ahlâk insanları! içeni azarlıyor, saçmalayandan nefret ediyorsunuz, papaz gibi geçip gidiyor ve sizi onlardan biri gibi yapmadı diye, kaba sofular gibi Tanrı’ya şükrediyorsunuz. Ben bir defadan fazla sarhoş oldum, tutkularım çılgınlıktan hiç de uzak değildi, ikisinden de pişmanlık duymuyorum: zira, büyük bir şey, olanaksız görünen bir şey yapan bütün sıradışı insanların oldum olası sarhoş ve deli olarak çağrıldıklarını kendi ölçülerim içinde kavramak zorunda kaldım.  “Utanın, ey ayıklar! Utanın, ey bilgiçler!”

beyaz geceler – fyodor dostoyevski ;  “Bir anlık mutluluk! Koca bir insan ömrü içinde bu kadarı bile yetmez mi!”  deyişi ..

mevlâna celâleddin rûmî -dîvân-ı kebîr ;  Rumi “Ben ol da bil aşkı” demişti . “Âşık dediğin de benim gibi olmalı! Öyle mest, öyle kendinden geçmiş olmalı ki, ne halkla uzlaşmalı, ne de kendisine bir hayrı dokunmalı! / Aşk âb-ı hayattır; seni ölümden kurtarır! Kendisini tamamıyla aşka veren kişi ne mutlu kişidir!”

piraye için yazılmış saat 21-22 şiirleri – nâzım hikmet ;

“Seni düşünmek güzel şey / ümitli şey / dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey / Fakat artık ümit yetmiyor bana, / ben artık şarkı dinlemek değil / şarkı söylemek istiyorum”.

sevda sözleri – cemal süreya;    “Aşktın sen gidişinden bildim seni” … “Yalnız aşkı vardır aşkı olanın”.

kolera günlerinde aşk – gabriel garcia marquez;  50 yıl süren bir tutku, aşk mıdır yoksa aşka çok benzeyen bir bağlılık mı? Büyülü gerçekçiliğin ustası Marquez,   yarım yüzyıl süren bir aşkı anlatıyor. Sonunda ne mi öğreniyoruz? Sadece aşksız değil, aşka rağmen de mutlu olunabileceğini… ve film olarakta izlenesi..

yirmi aşk şiiri ve bir umutsuz şarkı – pablo neruda ; 20 unutulmaz aşk şiiri… “Seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü. / Öyle uzak, acılı, ölüp gitmiş gibi sen. / Yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile. / Sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren.” Neruda’nın aşk sarkacı da inip çıkar, “sonsuz unutuş kırar” insanı. Son söz ümitsizce söylenir: “Ve ellerimde yalnız gölgenin ürperişi. / Âh, uzağa her şeyden. Âh, uzağa her şeyden. / Ey kimsesiz, yollara düşme saati şimdi!”

sylvia plath –ted hughes ; fırtınalı bir evlilik belki de iyice delirmesine sebep olan.. öfkeli bir şair.. Ancak aradığı dinginliği bir türlü kocasından bulamaz.  Evlilikten beklediği koruyucu erkek imgesi yerini ev işleri ve  mutfak alır. Hatta intiharını da mutfakta gerçekleştirir.   ‘ Ben birinin karısıyım’.. ‘Pek yakında, evet pek yakında/Mezar inimin yediği etim/Gene üstümde olacak eve gittiğimde’ .. ‘Bir gün bir yerde, okulda, Avrupa’da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim?  O sırça fanus ki, içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür’. Ve trajik bir ölüm..

simon de beauvoir & jean paul sartre ; O zamanların efsanevi çiftiymiş de Beauoir ve Sartre. Varoluşçuluk felsefesinin lideri, iki asi insan,  Onlarca kitabına, edebiyat ödülüne, kadın hareketindeki öncü rolüne, Cezayir bağımsızlık hareketi için verdiği entellektüel çabalar sayesinde kazanılan başarılara bakmış ve demiş ki: “hayatımdaki en büyük başarım sartre ile olan ilişkimdir.”.. .”aşklarının güzelliği, ikisine de sürekli düşünme ve sorgulama, durmaksızın kendini  gerçekleştirme için adım atma fırsatı tanımış olmasıdır. ikisi de birbirinin felsefesine katkıda bulunmuş geliştirmişdir. en güzeli, kadın ve erkek için tanımlanmış rollere teslim olmadan aşka sonsuz teslim olmuş olmalarıdır…

camile claudel ve rodin; Camille, dönemin ünlü heykeltraşlarından Rodin ile büyük bir aşk yaşar. Rodin de onu sever, ama zor bir adamdır. Bu nedenle ikisi de bu yasak aşkta büyük acılar çekerler…. Camille Claudel’in hayat verdiği heykelleri, son olarak, 1905 yılında Paris’te Eugene Blot galerisinde sergilenir.  . Sadece 15 heykel… Gerisini yok etmiştir kendi elleriyle. Kardeşi Paul ve dostu Eugene Blot, ölmeden son bir kez sevindirmek istemişlerdir Camille’yi. Sergi bitişinde Eugene Blot’un “mutlu musunuz?” sorusuna “artık çok geç Mösyö Blot” diyerek cevap verir Camille. Artık geçtir her şey için. Yıpranmış bedeni ve düşünceleriyle başa çıkamaz Camille. 49 yaşında annesinin isteği ve Rodin’in desteğiyle 30 yıl kalacağı akıl hastanesine kapatılır. Her şeyden, herkesten uzak, yalnızlığa mahkum edilmiş 30 yıl… “Bütün istediğim heykel yapmak, sonsuza dek…” diye bağıran bu sese hiçbir yerden yanıt gelmez. Trajik bir yaşam ve acı bir son…

hüsn-ü aşk – şeyh galib  ; Güzellik olmadan aşk olmaz der. Şeyh Galib, Aşk’ın Hüsn’e (güzellik) yolculuğunu olağanüstü sembollerle anlatıyor.   Bu serüvende Aşk, belâları kabul eder, yolu gam harabelerinden geçer, perişan hallere düşer ve sonunda Hüsn’ün delisi olur. Yolculuğun sonunda Aşk’ın vardığı yer Hayret’tir ve şöyle der Galib Dede: “Bundan ötesi değil nümâyân” (sonrası göze görünmüyor). Aşk Hayret’e varır, susulur. Her aşk yolculuğunun mumdan kayıklarla ateş denizlerini geçmek olduğunu bir kere daha anlarız…”

Ve anlar SUSARIZ…

Sevgimle…

‘Taflan’

 

“Kim istemez mutlu olmayı..

Ama, mutsuzluğa da var mısın ?”

Cemal Süreya

 

Comments are closed.