Heybeli

Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık,
ama mehtap neydi, nasıl çıkılırdı; anlamazdık.
Daha çok erik çalabilmek demekti bizim için mehtap,
daha çok saklanabilmekti, bir ebenin karanlıktan ürperen saymalarında.
Yarım yarım kalmış, sanki özellikle yarısı yıkılmış,
taş bir duvar vardı, erik bahçesi boyunca.
Çok severdik o duvarı, kolay ulaştırırdı bizi erik ağacı dallarına;
ve saklanmak için idealdi arkası.

Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık,
ama mehtap neydi, nasıl çıkılırdı anlamazdık.
Cem’in annesi birkaç akşamda bir un kurabiyesi getirirdi
duvarın üzerine pineklenmiş klasik gözcümüz
Hamit görürdü Cem’in annesinin gelişini.
Bazen çok istediğimizde oluyordu, ne kadarda Cem’le 
analı kuzulu makara yapsak da,
bizim annelerimizin de Hamit’in görüş alanına girmesini.
Cem’in annesiyle idare ettik uzun bir süre.

Erik bahçesinin ortasında iki katlı bir ev vardı,
ikinci katın balkonsuz tarafı bizim duvarımıza bakardı.
Pencerede bazen görünür kaybolurdu Sedef.
Duvarın arkasına gizlenirken odanın ışığı yandığında
ışık sönene dek bekler, beklerken de gizlice onu izlerdik.
Hepimiz ortak bir evlilik planı hazırlamıştık kendimizce,
Sedef hepimizin eşi olamazdı sonuçta,
toplum asla hazır olamazdı böylesi bir fikre;
biz ne kadar da hazır hissetsek de kendimizi, 
Sedef bir karar vermek zorundaydı..
İsmini öğrenmemiz tamamen şans eseri değildi aslında,
Yakup gizliden sormayı denemiş, soramamıştı.
Yakup gizlenerek sormayı denemiş, çok aptal görünmüştü.
Sonuçta hiç kimse gaipten gelen bir sese 
ismini söylemek taraftarı olamazdı.
Bizde mahallenin sütçüsünden zorla öğrendik ismini;
söylemezsen 
“sen bir eve gidip süt verirken bidonuna işeriz”
tehdidi altında zorla söyledi sütçü;
tamam kabul ediyoruz o kadarda zorla söylememişti,
biz de tehdit etmedik zaten adamı, söyledi..
Adını duyduğumuzda türlü türlü varsayımlar ürettik anlamına dair.
Ben Cebrail, Mikail gibi bir melek ürettim hemen,
Cem “bir çiçek adıdır olsa olsa” dedi,
Yakup “aaa ne güzel ismi ya” dedi, duymazdan geldik.
Hamit “akşam babama sorucam ben” dedi, 
ben böyle bir anlamı olduğunu hiç sanmıyordum o an
“akşam babama sorucam” diye bir isim olabilir mi ?
Olursa yandık, bu noktadan sonra eşim olacak kıza nasıl seslenebilirim
diye düşünmeye bile başlamıştım, saçmalamıştım.
Hiçbirimizin tahmini doğru çıkmadı, 
bildiğimiz midye üzerindeki beyaz oluşumlarmış aslı, 
ertesi gün öğretmenden öğrenmiştik.
Bu Sedef’e olan ilgimizi biraz hafifletti gibi, sonra geçti
cümbür cemaat aşık olduk ona, sırayla.

Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık;
ama mehtap neydi, nasıl çıkılırdı anlamazdık.
Okuldan kaçar erik ağacının duvarına gelirdik,
aleni gizli yerimizdi, ama aslen gizli değildi.
Ampül gibi ortadaydık, duvar yarım, erik ağaçları kısaydı,
ve Sedef çok güzel bakıyordu..
Akşamları eve “okuldan döner” gibi gider, 
bir bahane bulur koşar geri gelirdik.
Denizin kenarına inerdik bazı, denize işeme yarışı yapardık hep,
en çok ve en uzun Hamit işerdi, nasıl becerirdi bilmezdik
sanki adam akşamki yarışa gün boyu hazırlanıyor gibiydi
ve onu geçmek çok zordu.
Rüzgara karşı bile epey ileri işeyebiliyordu,
tuhaftı Hamit’in bu yetisi o zamanlar, sebebini hiç anlamadık.
Şimdilerde sanıyorum ki herifte bariz pompa vardı
ve çok tayzikliydi dışa çıkış noktasında sidiği.
Ya da ne bileyim..

Hiçbirimizi hiçbirimize çaktırmadan
sürekli Sedef’in camını gözlerdik.
Yakalandığımızda ise, “ ne bakıcam aga” diyerek
erkekliğe dışkı sürmezdik.
Ergenlik hızlı ilerliyor, Sedef her birimiz için ayrı ayrı bir şeyler ifade ediyordu.
Artık deniz kenarında, kayalar üzerinde sidik yarıştıran 
çocukları bir kenara bırakmış
çıkan sakaldan bıyıktan bahseder olmuştuk.
Sedef hep oradaydı üstelik, ve çıkmaya yüz tutmuş bıyıklarımız terliyordu.
Bazen bahçeye iner, ağaçlar arasında dolaşır, aklımızı yoklardı.
Bazen bahçe duvarında onu izler
bazen onu görmezden gelirdik..
Ama biz onu görmezden geldiğimizde bile Sedef çok güzeldi..
Kişisel tatminlerimizin odak noktasıydı Sedef,
gece her şey Sedef’le başlardı..

Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık;
mehtap neydi, nasıl çıkılırdı anlamaya başladık.
Aslında burada adı geçen Sedef’ti,
çünkü biz her gece ona çıkardık.
Zaman ilerliyordu, artık Cem’in annesi un kurabiyesi getirmiyor,
Hamit gözcülük yapmıyordu.
Annelerimizin ve babalarımızın adı,
peder ve valideye doğru evrilmişti.
Eriklere ilgimiz farklılaşmıştı onun yerine 
şişe biralarla tanıştık tek tük, büyüyorduk.

 

Onca hafif alkollü gecemizin hiçbirinde Sedef hakkında konuşmazdık,
herkes kendi içinde bir yerlere koyardı onu,
o ise pencereden bakardı bize..
Denizin kenarına tek tek iner, işimizi görür geri gelirdik.
Eskiden yanyana yaptığımız olay
asude bir mahremiyet giyinmişti üzerine.
Utanmalar başlamıştı, kardeş kardeşe.
Liseyi ben heybelide okudum, Cem Kuleli’yi kazandı,
Hamit Orhangazi de anadolu lisesini, 
Yakup okulu bıraktı, babası için yeterliydi ortaokul.
Bizim için keskin bir köşeydi Lise olayı,
sert bir virajdı. 
çözüldük bir bir, dağıldık; 
virajı alamadık ve yuvarlanacak bir şarampol
hep oradaydı.
Sedef’i bilinçlendikçe, sorgulamaya başladım.
Bizim onca çocukluğumuza, onca olayımıza şahit oldu
hiç bozmadı kendini, artı okul olayı filanda yoktu.
Düşündüm de hiç okula giderken görmemiştik onu,
soruşturdum sonra biraz.
Sağır ve dilsizmiş Sedef, çok kötü olmuştum öğrendiğimde
utanan beni koyacak bir yerim yoktu,
delilik de var serde, isyan biraz, biraz hoyratlık durumları..
Çocukluğumu ve gençliğimin bir kısmını Sedef ile tüketirken
o habersizdi konuştuklarımızdan, şarkılarımızdan,
nasılda yüksek sesle bağır çağırdık, duymasını isterken.
Öğrenmek tüketmektir, derdi babam..
Haklı olmasından nefret etsem de bir zamanlar
Sedef kocaman ve güzel bir rüyaydı.

Biz Heybeli’de her gece Sedef’e giderdik
Uzun süre birbirimizden haber alamadık,
uzun süre uzamaya da devam ediyor üstelik.
Çocukluğumuzun el değmemiş erik ağacı bahçesinde
birbirimizi çok severek yaşadık, büyüdük..
Sağır ve dilsiz Sedef’i ilk biz sevdik
ve o sevgiyle ölüyoruz
Ne kadarda uzak olsak birbirimize, o kadar yakınız
biliyor muyuz ?

 

‘Düşsel’

Comments are closed.