can sıkıntısı…

Uzun zamandan beri can sıkıntısını hastalığımla harmanlayıp yatıyorum. Biraz önce bir şair kardeşimle konuşurken hastalığımı sormasının ardından sorduğun için sağ ol dedim. Bizim kimimiz var be ağbi dedi soracağım tabii, aslına bakarsan ben de pekiyi değilim… Kendimi çok yalnız hissediyorum dedi.

Bir trilyon insanın uğraştığı yegane sorunla yüzleşmek değil mesele, mesele ne onu da bilmiyorum. Fakat insanlar hasta olup ölür, ölebilir. Cami avlusuna işeyen köpek Allah’ından bulur mutlaka. Romantik bir adam olduğum pek söylenemez, ama yüzmeyi ve masada ağzını şapırdatmamayı aynı yaşlarda öğrendim. Ağız masada şapırdatılmaz, doğru düzgün ye, eve kız atma, attın yatma sadece müzik dinle’lerle geçen ergenlik denilen ergenlere katlanma çağından sonra sonra… buralara kadar geldik. Burası neresi? 35 yaş sınırındayız.

Mutlaka hastalıktan falandır ama bundan sonrası için ışık göremiyorum. Sadece kendi adıma değil hepimiz için; ışıksız, renksiz, anlarla mutlu olabileceğimiz şu kadarcık bir yaşam serilecek önümüze. Neler olacak biliyoruz. Sonrasını görmek artık antik tozlanmış Nostradamus edasında olmayacak. En azından şaşırmıyoruz. Ben şaşırmıyorum. İki hafta önce sokağın başındaki tekelin üstünde oturan yaşlı bir teyze evinde can vermiş ve ölümünün üzerinden on gün geçmesine rağmen, evinin önünden on gün içinde binlerce insan geçmesine karşın duyan gören olmamış. Evden gelen pis koku üzerine komşular rahatsız olmuş. Rahatsızlıkların bonusu olarak yaşlı teyzeyi cenaze işleri toplayıp mahalleyi hem kokudan hem teyzeden kurtarmışlar. Kısaca insan nasıl öleceğini bilmediği gibi, insanları öldüren şey de otopsi sonucunda belli oluyor.

Dertten ölene verem ya da kanser tanısı koyan gelişmiş tıpla karşı karşıyayız. Her ölümün bir yolu yordamı var. Her ölünün bir geçmişi var. Bazıları iş bulamadığı için işportacılık yapıyor ve zabıta arabasına el koymaya çalışırken kendini yakıyor “Arap Baharına” sebep oluyor kimi de on gün boyunca kokuşuyor.

Hepimiz bir hiçiz!

Bunları yazarken Bandista çalıyor. Evet heyecanlı ama şarkılar, marşlar izlediğimiz filmler, okunan kitaplar hep ama hep bitiyor. Mutlu olacak şeylerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Kuantuma inanmakta bir boka yaramıyor. Birkaç ufo görsek, şöyle kırmızı mavili yansa, dönse, günlerce anlatsak, o da geçecek biliyoruz.

‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(fotoğraf : crockett..)

Comments are closed.