Roman Yazıları-1

“Bir bahçen ve bir kitabın varsa hiçbir eksiğin yoktur demektir.”

Okumakla haşır neşir olan insanların başat kitapları vardır her daim. Benimde başı çeken kitaplarım vardır bir solukta sıralayabileceğim. Şiirin motifi olduğu romandan bir dünyada  gezerim epeydir. Başka hayatları tanıyıp kendini bulabildiğimiz hazinesi kelimelerin olduğu bir iletişim sistemidir kitap. İnsanın bakışlarından okumakla ne derece ilgili olduğunu çözebileceğine dair bir sava sahibim ben. Okuduğu kitapların notlarını tuttuğu kağıtları birleştirmekle geçen zamandaki mutluluğum tariflenemez.

“Kitap okumaksızın geçen üç günden sonra konuşma tadını kaybeder.” derken Çinliler haksız da sayılmazlar. Kendimizde de bunu gözlemleyebilmek mümkündür; Okumakla pek bir mesafeli toplum olduğumuzu kavramak için istatistiklere gerek olmasa da tabloyu şöyle özetleyebilmek mümkün aynı zamanda; Bir Japon bir yılda ortalama 25 kitap okuyor. Bir İsviçreli bir yılda ortalama 10 kitap okuyor. Bir Fransız bir yılda ortalama 7 kitap okuyor. Türkiye`de 1 yılda 6 Türk 1 kitap okuyor. Öncelikli ihtiyaçlarımız arasında kitap okuma ihtiyacımız tam 235. sırada yer alıyor. 235.sıra…

Sinema kuşağında olduğu gibi seri şeklinde yazmayı hayal ettiğim yazılarımın girizgahıdır bu. Bunca zaman yazmamamın  da nedenidir aynı zamanda.

Beni hatırlayan, tanıyan herkesin aklına gelen ilk isim Vedat Türkali ile açılış yapmak pek bir münasip olacaktır.  

 

 

 

 

 

 

 

Kendisi gibi her kitabının da bir değer olduğunu düşündüğüm seriden; Bir Gün Tek Başına’da geçen bu diyalog hepimizi harekete geçiren bir durumdur belki de;

” 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden önce Türkiye içten içe kaynıyor. Kenan, yıllar önce gizli Komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleri… Yaşam, Kenan’a kendini bir kez daha sınama olanağı verir…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mavi Karanlık’ın sayfalarını çevirelim birazda; “Görmek istemiyordu….Televizyonda dizi bitmiş, haberleri veriyordu spiker. Ankara’da bugün bir saldırıya uğrayan… Taş kesildi birden. Ekranda spikerin yerini Korhan’ın resmi almıştı.”

Korhan ile Özgür arasında sıkışan Nergis’in durumuna paralel aydınlarla halk arasında süren açmazı olduğu gibi çok iyi yansıtabilmiş Bodrum’da geçen bir hikayedir okuduğumuz.

Raflarımız arasında turlarken bir diğer kitabı “Yeşilcam Dedikleri Türkiye” ye bakalım şimdi de;

Yeşilçam’ın günlük yaşamından küçük kesitler de anlatılır: “…Stüdyoda iki kısımlık bir montaj işi vardı. Sansürden dönmüş Anıt-Film’in bir filmi. Yeniden bir iki sahne çekmişler. Hemen bağlayıp sansüre yollayacaklarmış. Haftaya sinemalara girecek. İyi de para vermişlerdi. (…) Yazıhaneye koşturdu. Dünkü çocuklar merdivenlerdeydiler gene; ışıkçılar, setçiler filan. Dün para alamamışlar. Film bitmiş… İçerki odalar da kalabalıktı. Çoğu para bekliyor olmalı bunların da. Durum gerçekten… Yok canım, her vakit böyledir. Paraları olsa da süründürmeden vermezler. Çoğuna bono zaten. Takside bağladıklarına da üç dört kez gidip gelmeden ödeme yaptıkları görülmüş mü? Bizim piyasa bu!…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Vedat Türkali, anı, deneyim ve birikimlerini kullanarak yaklaşık yüz yıllık bir zaman dilimini anlatmıştır, aktarmıştır bize romanlarında. Okuyacak kitap seçmekte kararsız kalanlara, nerden başlayacağını bilemeyenlere bir ışık tutmak adına yazılmıştır bu yazı.

(Güven, ele alınıp başlanması gereken  en kıymetli yapıtlarındandır. Alıntıları oldukça kabarık olduğundan yazıya aktarılmamıştır.)

Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Güven (2 cilt ), Tek Kişilik Ölüm, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi,  ilk akla gelenler…

‘Herdem’

Comments are closed.