Yabancılaşmanın Aynası Kendi-miz

İki gün evvel okuldan izin aldım,  annemleri uğurlamak için gittiğim yerse  ilkokul yolumdu. Yıllarca ev okul arası yol yaptığım güzergah ilk defa gittiğim bir kent gibi yabancıydı bana. Bu dürtüyle sarıldım kağıt kaleme. İçe dönmek, içtekileri dökmek adına,

Üzerinde oldukça fazla yazı kaleme alınmış olmasına rağmen hala muğlak gibi görünür yabancılaşma kavramı bana. Yaşamın öznesi olma durumundan çıkma, sarf edilen emeğin insanın kendini gerçekleşmesi çabasına katkısı olmaması, amaçsızlık hissiyatı gibi durumlarla kendini var eden bir olma-olmama halidir belki.

gündüz vassaf’ın radikal’deki yazısından yola çıkarak dillendirmek daha etkili olur kanımca;

bir tanıdığım geçenlerde annesini ‘huzurevinde’ ziyaret etti. yılda iki, en az bir kere görüşüyorlar. son gidişinde de her zamanki gibi aileden son haberleri vermiş, annesi de aman kendini yorma, kilona dikkat falan diyerek oğlu için endişelenmiş. huzurevi görevlisinin her seferinde aynı olan konuşmalarını kesmesiyle birdenbire ziyaretin seyri değişmiş. görevli, tanıdığımı kolundan çekip az uzakta koltuğunda uyuklayan başka bir kadını gösterip, “anneniz bu!” demiş. “ne yapayım,” dedi tanıdığım, “yaşlılar birbirlerine benziyor.”

Büyükşehirlerde  yaşamın trafik, iş yoğunluğu figürlerinden dolayı, insanın kendisiyle başbaşa kalamama halini getirir zamanla. kendine dönemeyen insan bir süre sonra sorgulayamadığı kavramlara ve pratik yaşama karşı anlamsızca seyirci konumunda bulur varlığını.

Yabancılaşma terimini ilk defa telaffuz eden Hegel’e göre;

 

 

 

 

 

 

 

 

aynı insanın özne (yani kendini geliştirmeye çalışan insan) ve nesne (yani başkaları tarafından etkilenip yönlendirilen insan) olarak ikiye ayrılmasıdır. Hegel’e göre yabancılaşma insan ve toplum var oldukça yabancılaşmada var olacaktır.

Marx’a göre ise bir çok alanda bunu gözleme şansı vardır insanoğlunun;

Emeğin ürüne yabancılaşması, İşçinin üretim eylemine yabancılaşması, İşçinin doğasına, özüne, türsel varlığına yabancılaşması, Bireyin diğer bireylere yabancılaşması olarak sıralamak mümkündür.

Form ise şöyle tanımlar;

yabancılaşan birey pasif, boş, korkak ve izole edilmiş bir hale gelir. Modern insanın özgürlük ve mutluluk kaynağının tek ölçüsü “arzu edilen her şeyi alabilmesi” ölçeğine indirgenmiştir. Form, insanın kendini bir putperest haline getiren yabancılaşmadan insani bir içeriğe sahip olan sevgi aracılığı ile kurtulacağını ileri sürmektedir.

Yaşamın anlamsızlaşmasının nedeni olarak da görülebilir. Yaşam anlamsızlaştığı oranda temel ihtiyaçlar olarak nitelendirilen ama temel olmadığını düşündüğüm gereksinimlerin giderilmesi (yemek, içmek, uyumak) yaşamın başlıca amacı haline gelir.

birçoklarına göre Kafka yabancılaşma duygusunu en güçlü biçimde dillendirir yapıtlarında. Bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, bilinci ve istemi dışında gerçekleşen bu dönüşümü bir türlü kabullenemez misal. Ailesi ve patronu ise, kısa bir şaşkınlığın ardından, onun artık bir böcek olduğunu kabul ederler. Ama böcek olmakla alışageldiği şeylerden koparak yepyeni bir konuma giren Gregor Samsa da, o güne kadar sürdürdüğü yaşama da, çevresindekilere de, bambaşka bir gözle bakar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Babasında bireyi yok sayan, kaba ve zorba toplumu görür Kafka. Ailede, okulda, toplumun hiçbir alanında kendi benliğini özgürce var edemez; Günce’sinde şunlarla ifade eder kendini Kafka;

“Benim benliğim kabul edilmiyordu. Benlikle ilgili bir durum ortaya çıktı mı bu, ya zorbalıktan tiksinmemle ya da benliğimi yok saymamla sonuçlanıyordu. Öte yandan benliğimin bir yanını bastırmaya kalkınca da bu, kendimden ve alınyazımdan tiksinmem, kendimi kötü ve lanetli bulmam sonucunu veriyordu.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sinemada yabancılaşma denilince perdeye en iyi gadjo dilo yakışır diye düşünürüm. Tony Gatlif‘in çingene kültürü üzerine olan, Latcho Drom ile başlayan, Mondo ile devam eden üçlemesinin son filmidir, Gadjo Dilo. Bir yandan çingenelerin yurtsuz oluşlarına, sürekli yer değiştirmek zorunda kalmalarına dikkat çekerken diğer yandan da Stéphane’ın iç dünyasındaki hareketlenmeleri onun yol öyküsü üzerinden anlatır. Ayrıca Tony Gatlif sinemasının öne çıkan öğelerinden olan “yabancılaşma” bu filmde de karşımızdadır.

‘HERDEM’

Comments are closed.