Ruh toparlayıcı ve iyileştirici…

Binanın dış yüzeyindeki o anlamsız düzlük bir ruh toparlayıcısının bulunabileceği ve yaşayabileceği mekanlar içinde sanırım en olumsuzu olsa gerektir. zile basınca kapının açılma süresi ile bekleme süresi arasındaki zaman çok tüketici , alıp götürücü , kendine dönücü bir süreç ve işte o güzel an , otomata basılır , beklersiniz ki otomata kısa sürede basılsın , yok olmaz ama gereksiz olan ne varsa tedaviye geldiğiniz bu ruh toparlayıcının kapısında başlıyor zaten , zzzıırrrr….. kapının ağırlığını açarken kendi ağırlığınızla ölçmeye çalışıp o anı saklamaya çalışıyorsunuz , kapıyı ardına dek açıp içeri ilk adımınızı attığınız her şey korkulu bir düş gibi… ağır adımlarla ruh toparlayıcının dairesine yöneliyorsunuz , o ahşap kapının ardında ne olduğunu bilemeden ( bir an o kapının ardından şişman , şişmanlığıyla gurur duyan bir akıllara zararın çıkacağını elinde bir ruh iğnesi olduğunu , önündeki önlüğün üzerinde beyin parçalarının ve esir ruhların çığlıklarının yapışmış olduğunu gördüğünüzü zannediyorsunuz ) ilerleyip zaten sizin kapıya gelme sürenizle onun içerideki olası masasının başından kalkıp , ahşap kapıyı açmak için kattettiği yol ömrünüzün unutmak istediği fakat aklınızın unutmadığı korkulu bir şeymiş gibi.. kapı açılır ve tam o an tüm o duyduğunuz korkular üzerinize akar , beklediğiniz ile olan arasındaki farkı hisseder gibi sanki…. güleç yüzlü orta yaşlı sekreter ya da asistan görünümlü bir kadın içeri buyur ederken neden umduğunuz görünümde olmadığını kendinize soracak oluyorsunuz , hayır hayır daha kötüsü var demek ki , bu bir kandırmaca şimdi o güleç yüzlü kadının masasının altından bir takım iğneli ve ruhsuz ruhlu insancıklar çıkacaklar , iğneleri ile sizi korkutup sürekli soracaklar sırıtarak ‘hoş geldin niye geldin , hasta mısın , ruhunu mu kaybettin , dr. Yabancılaşmanın verdiği ilaçları neden kullanmadın’…. ellerinde hemen iğnelerinin yanında ruhunuzu tutarak… emin adımlarla ve her köşeye bakarak adımlıyorsunuz muayenehaneyi , bu hanenin içinde sizi nelerin beklediğini bilemeden , çıldırtıcı bir sessizliğe gömülmüş odanın bir tarafından ya da her yerinden gelen ruh dinlendirici olduğunu tahmin ettiğiniz bir klasik müzik , bu ruh toparlayıcının nasıl bir insan olduğunu merak ediyorsunuz ve işte çok beklemeden tanışacağınız ruh toparlayıcının sessiz ve biraz da kendinden emin adım seslerini duyuyorsunuz müzikle beraber o kısacık anda nasıl göründüğünü onun merak etmenize fırsat bile kalmadan görünüyor ve hoş geldin diyor olric… sen benimsin demiyor.. olric sormuyor ruhumu toparlayabilecek misiniz… annnecimmmm….. korkular sakinleşince duyumsuyorsunuz içeriye başka bir içeriye davet edildiğinizi , başka bir içeride ne olacak acaba , ruh dağınıklığının bedeli ne olacak ve bu ruh toparlayıcı nasıl bilecek ruhumun parçalarının dünyanın ya da yaşamın nerelerine dağıldığını , kaç parça olduğunu nasıl anlayacak… belki bir puzllee ustasıdır diye umut ediyorum , o zaman daha kolay olur… ne kadar güzel ve düzenli bir başka içeri burası , iki koltuk tek kişilik birbirlerine bakan , okumuştum bunların birine benim oturmam gerekiyor , diğerine ruh toparlayıcının oturması… bunu dahi ezberletmişler , biliyorum nasıl olacağını , eline birazdan bir kalem alacak muhtemelen hemen yanında bir not defteri olacak , yazacak yazacak , beni yazacak , ruhumu bulmaya çalışacağını söyleyecek , bulabilecek mi acaba ? ve öğretilmiş sorular… baştan başlayalım diyor neden geldin diyor , sizi bana getiren nedir… bilmiyorum sayın ruh toparlayıcı , emin olunki bilmiyorum siz varmışsınız dediler buluyormuşsunuz.. neyi buluyorum.. beni benliğimi yaşamımı kendimi buluyormuşsunuz sonra bulduğunuzu süslü bir zarfın içine koyup veriyormuşsunuz , ruhumu da yerine yerleştiriyormuşsunuz karşılığında ne yapmam gerekiyor.. para vermen gerekiyor… para mı sadece bu kadar mı benden istediğiniz karşılığında , para , ama her yer para , alıp gelirim şimdi , istesem insanlardan vermezler mi… ruhumu tekrar edinmek için o cebinizdeki kağıtlara ihtiyacım var hanımefendi emin olunuz ki onlarla bunu dışında bir şey yapmayacağım , karşılığını öderim size , ruhumu geri alayım ne isterseniz , isterseniz size orgazmı tattırabilirim , desem verir mi o kağıt parçalarından… düşüncelerimi ruh toparlayıcı kesiyor , sonra diyor biz peşin çalışmıyoruz , önce hizmet diyor… olamaz bu boş başka içeride onların ne işi var , hemen karşımda beliriyor , dr. Yabancılaşma bu , yanında dr. korkunç yalnızlık var onun yanında da dr. yalnızlık… hep kıskanır zaten dr. Yalnızlıkla dr. Korkunç yalnızlık birbirilerini… konuşmuyorlar sadece bakıyorlar ve hisset diyorlar kendini ruhunu nerede bıraktığını hatırla… neden geldin buraya ruh toparlayıcı sana bizim veremeyeceğimiz neyi verebilir ki ? bu soru zihnimde dolanıyor , işimin ne olduğunu bilmediğimi söylüyorum ayrıca ruh toparlayıcının o kadar kötü olmadığını elinde iğneler değil sadece not defteri olduğunu söylüyorum , ruh toparlayıcının kelimeleri ile arkasına bakması arasındaki sürede onlar onun göremeyeceği bir yere doğru , köşeye çekiliyorlar , neden korkuyorsunuz diyorum o bir toparlayıcı onun görevi bu , yaşama nedeni bu onun , üstelik bu müthiş hizmet karşılığında sadece para istiyor , ne kadar iyi bir toparlayıcı , sizler paradan fazlasını istemiştiniz hatırlıyor musunuz…. istediklerinizi karşılamanın külfetini karşılayamam çok ağırlar… benliğimi sürekli kendine dönen kısır döngülere teslim olmuş bir garabete benzettiniz , oysa sizleri ben özel kılmıştım yaşamımda , tüm hastalıklarımı iyileştirebilecektiniz… dostane kalabalıklarımı aldınız , sadeleşmiş yalnızlıklarımı alıp dünyanın en ücra yerinde bir kişilik hapishanesine kapattınız , bu çok ağırdı… ruh toparlayıcının sakin sesiyle uyanmış gibi oluyorum , sersem sarsak bir bilinçle cevap vermeye çalıştıkça daha fazla gömülmemek elde değildi… anımsamak şimdi aldığım duyduğum tüm hisleri ceplerimden çıkarmaya çalışıyorum… ruh toparlayıcıya kabalık ettiğimi düşünüyorum aslında sorduğu tüm soruları duymamış gibi yaparak yalnızlığıma gömülmek istemiştim bir an için olan biteni düşünmek burada ne işim olduğunu ve kimliğimi nerede bıraktığımı neden doğduğum yeri hatırlayamadığımı soracaktım aslında , yeşerdiğim ve yaşlandığım tüm mecralarımı biliyor gibi düşünmüştüm… bilmediğini öğrenmenin yolu ya da bildiğini ona sormak ve anlamaya çalışmasını sağlamak gerekiyordu ruh toparlayıcısına bile anlatamayacaksam kime nasıl….

 

Kime nasıl… benliğim… beynim ahh.. o kapıyı açan mendeburun önlüğünde unutmuş olabilir miyim tüm bunları ve daha fazlasını dönüp baksam mı acaba , aralarından seçebilecek kadar iyi tanıdığımı sanmadığımı hatırladım birdenbire , insanın kendi bireyini anımsamaması hatta hatırlamaması sanırım dünyada olabilecek en berbat yalnızlık ve sarsaklık , şimdi ne yapsam ne etsem de bunu en azından ruh toparlayıcısına anlatabilsem doğru düzgün , anlayacak mı acaba ama onun yaşama gerekçesi bu , o bir ruh toparlayıcısı…. öteki olabilmeyi başaramayan ve empati kuramayan her insanın bir zaman sonra kendiyle farklı zeminlerde yaşamını sıkıştıracak sorgulamalara girmesi içten bile değil , sosyallik halinin kendisi içeriği itibariyle zenginleştirici olabiliyor , fakat sorunun kendisi bu sosyalliğin içinde gizli zaten , insanların toplulaşarak yaşadığı bireysel toplumların sosyallik hallerinin samimi olmadığı , sahte yüzlerle dans edildiği aşiyandır , farklı olabilmesi için toplumsal aklın nasıl işlemesi gerektiği konusunda tüm toplumun hem fikir olması gerektir… olric toplumsal akla ters düştüğünü düşünüyor , o akıl olricin insanlarla iletişime geçmesini engelleyen unsurları zenginleştiren bir kanserli hücre gibi , duyulanın anlaşılmadığı , bakılan ile anlaşılan ve anlatılanın arasındaki farklar aklın kendisini imha yöntemi olabilir mi , belki de akıl intikam alıyor… ruh toparlayıcının ne kadar hızlı kalem kullandığı düşüncesiyle gerçek olana geri dönen  bilinç , zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlayabilmek için ruh toparlayıcının yüzündeki endişeye bakakalır… ve empati kurmuştur artık olric , ruh toparlayıcıya gerek mi kalmamıştı yoksa aklının ona oynadığı o garip oyunlardan bir başkası mıydı bu yaşadığı yeni şey , bununla ilgilenip bunu düşünecek miydi bunu da bilmiyordu aslında , dr yabancılaşma , dr yalnızlık ve dr korkunç yalnızlık da terk etmişti onu bu başka içeride , artık tamamen yalnız sayılırdı , yanındaki koltukta ruh toparlayıcısı , olric ve karşıdaki tablodan kendisine bakıp bakıp gülümseyen yaşamı onun… bahtiyarlık hissini mutlulukla özdeş tutmak doğru olur muydu acaba , bahtiyarlık belki de şu an duyduğu huzur olabilirdi , mutluluk ise neydi unutmuştu bile onu yıllardır… artık zaman dolmuştu,ruh toparlayıcı ile bir daha ki randevuya kadar görüşemeyecekti , bir başka içeriden çıkma ve hayatın o anlamsız kargaşasına tahammül etmek gerekiyordu artık , çünkü yaşam asla unutturmazdı kendini ve acılarını , şimdi çıkılacak buradan , o uzun cadde ufak adımlarla geçilecek , eski sevgili bir kez daha özlenecek , eve gitmekle meyhanede oturup bir kadeh rakı içip içmeme arasında kalınan kısacık bir andan sonra sokağın başındaki cazibeli anason kokusuna kendini bırakacaktı belki…. olric yaşam enerjisini yitirmeye başladığını o başka içeride fark etmişti.. ve buda yeni sorun oluyordu , belki de artık bu hayatta yapılacak çok az şey kalmıştı , onları da bir el çabukluğu ile yapıp gitmek gerekiyordu belki de…

‘DELİRMEK’

Comments are closed.