Bir akşam Tom ve Tracy ile tek başına…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir akşam Tom ve Tracy ile tek başına…

Yeryüzüne ilk ayak bastığım andan itibaren benimlesiniz, eksik olmayın. Zamanla siz de benimle beraber dönüşüp/değiştiğiniz. Kurduğunuz cümleler, kullandığınız mecazlar ve iki dildeki sözcük kileriniz… Bunu yapanın Tom olduğunu biliyorum artık, eskiden anlamaz, saf saf düşünüp durur, bütün gün işin içinden çıkamazdım. O sendin değil mi Tom, eskiden, ben daha bu kadar kendine aymış değilken, rüyalarıma o hangi dilden olduğunu bilmediğim sözcükleri sokan? Tom’un kayıtdışı notları…

Geçen gün yeni bir şeyi keşfettim, bu sefer ikinize dair. Tüm o an-anıları kaydederken, bana dair bilinmeyen bir faaliyetiniz de var değil mi? Ne gibi mi? Kimi cümlelerin altını çizmek ve bazı sözcüklerin etrafında, o renkli resim kalemlerinizle birkaç kere dönmek suretiyle, yazgımın ana yollarını belirlemek gibi. Evet evet yakaladım işte, çünkü ne zaman yeni bir oluş, hal hasıl olsa, kafamın içinde bağlantılı ne varsa yanıp sönüyor. Bir karşılaşmada mesela -uzun zamandır bunu, bizden başka ölü çoğullukların düşüncelerinin cisimleştiği, sözcükleriyle ve cümleleriyle yaşıyoruz- bende oluşan fikrin, ruhumdaki etkisinden hariç, bir de tarihsel arka planı zihnime çarpıyor. Aynı anda, önceden kaydedilmiş bir sözcük, kavram zihnimde su yüzüne çıkıyor ve işte o kavramın, bir eyrama dönüştüğü anda ben bir oluş-um artık. Dalga geçmeyin, harbi söylüyorum, henüz delirmedim, hala ceplerim yeterince gerçeklik dolu.

Bu tespit içinde temel olarak iki varsayımı barındırıyor. Birincisi, dünya günüyle bir günde bir vakitte, duyduğum bir sözcüğün altını çizdiğiniz için mi, ben onu/onları sonrasında eyram olarak halliyorum? Peki böyle ise, neden o sözcüğün ve o bağlantılı diğer birkaç tanesinin altını çiziyorsunuz? Neden unutulmuş,  hatta hiç akılda tutulmamış olan diğerlerinin altını çizmiyorsunuz, vişne çürüğü rengi kaleminizle daire içine almıyorsunuz? Demek ki, elinizde bir harita var, size benim yaşamımın ana yollarını belirleme yeteneğini sağlayan ve verilmiş bir yetki? Ya da daha doğrusu “ oluşum” bir harita da nereden nereye gideceğimi, sizin iki nokta arasında veya rastgele çizdiğiniz çizgiler belirliyor, öyle mi? N’oldu Tom suratın, kurt adam görmüş bir maymuna döndü? İkincisi ise, aslında önceden belirlenmiş bir hat var ve bunda ne siz ne de ben o kadar özgürüz? (Ki özgür seçim ve irade ne kadar makul kavramlar tartışılır.) Bu durumda bir önceki varsayıma göre, sizin yetkinliğiniz azalıyor ve kendisi bizzat sonsuz akış olan Rabb’in iradesi ile belirleniyor sizin eylemleriniz. Eğer böyle ise, siz benim akışımın taşeronu, benim de teknik direktörüm oluyorsunuz. Yaşayacaklarıma göre, algımda seçicilik eyleyerek belli çoğullukları, görüntüleri, fikirleri ve kavramları fark etmemi sağlıyor ve böylece beni kendi akışıma hazırlıyorsunuz. Öyle mi, söylesenize? Ha ha ha…. Gayb ha… Siz gayb-olun o zaman yanıbaşımdan! Gidin… Ama dur ya aslında yazgı dediğim tam da bu ise, hala bu soruları soruyorsam, akış-oluş değilim tam anlamıyla, hala biraz eşikteyim. Ancak ayaklarım sonsuz akışın içinde. Sırıtma öyle suratıma Tom, korkmuyorum! Korku bitti artık, yalnız dağılmak, darmadağın oluş fikri hala biraz ürpertiyor beni. O kadar yani, üsteleme…

Aslında, kendime melankoli kurmak için oturdum bu metnin başına, ancak kendime kendimden bir yazgı varsayımı inşa ettim. “Olsun!” Bunu diyen Tracy. Suratıma bakmadan söylüyor bunu, herhangi bir kafası karışmış, orta yaş üstü, menopozlu teyze repliğini. Takıl sen birader, bozmayım ben seni: “Thanks Mr. Tracy for disregarding me!” Hoş yazgı varsayımım son derece melankoli hadd-i zatında. Kim attı beni bu bahçeye? Kim dikti bu sarp yokuşu karşıma? Mızmızlanmıyorum çocuk gibi, soruyorum hocam adam gibi. Özgür seçim ve irade, ne kadar boş ve anlamsız laflar. Ben daha doğmadan önce bile, benim için bir isim atanmış, bir yazgı belirlenmişti. Çoğulluk olarak bizzat ben kendim, “Oluş-ları” kabul ediyorum eywallah! Çocuk-oluş, hayvan-oluş, kadın-oluş, fallus-oluş, çöl-oluş… Ancak üzerime yapıştırdığınız ve her ne kadar aynı renklerle yıkasam da, hep solan şu hilkat garibesi kimliklerinizi kabul etmiyorum. Sizin tanımlanırız bende bir şeye tekabül etmiyor, pabuçlarımın sıkması hariç. O sebepten, çekin elinizi üzerimden! Ya da kalın, ceplerime doldurduğum taşlar olarak, nehir-oluşuma yardımcı olun; çünkü:

“Yaralarım benden önce de vardı. Ben onları bedenimde cisimleştirmek için doğdum.”  Joe Bosquet

‘İbn-i Zerâbî’

Comments are closed.