‘şirin.. şirin.. şirin..’ ‘şirin sinema..’

‘şöyleydi
su içen güvercinler gibi ürkektik , bakışıklıydık

bir de alkollere düşkündük ki kınanırdık , niye sanki

çünkü biz bilmez miydik alkol hiçbir zaman kurtuluş değildi

üstümüzde bir karabasandı yalnızca

yalnızca

bir anlayan olsa anlatırdık gözyaşını da

hem o zaman gözyaşı bile kınanırdı

hüzün de kınanırdı, yalnızlık da

ama çoğumuz bunları yazdı

şiirde , romanda , öyküde yazdı

örneğin roman güzelse biraz

o roman baştan sona bakımsızdı

ve her şey

bir yudum su içip başını yastığa koyan bir hasta gibi kaldı..’

EDİP CANSEVER

(fotoğraf : Crockett..)

‘son zamanlarda aylakadamız’da sinema ve yeni filmler hakkında yazı olmadığına dair sitemler alıyoruz.. bu konuda haklılar sitem eden dostlar ama film tanıtımı yapmak için boş vakit gerekiyor.. boş vakitlerde devamlı film izlemekle geçtiğinden tanıtıma fırsat bulamıyoruz.. günde ortalama üç dört film izliyorum.. sinemayla yatıp kalkıyorum.. hafta sonları izlediğim film sayısı bazen altı yedileri buluyor.. e doğal olarak vakit kalır mı film tanıtmaya bu kadar abartınca.. kalmıyor.. beyin bile isyan ediyor bu performansa.. ama işte  sinema , ‘sensizlik’ cehennemindeki benim birkaç ‘tutamağımdan’ en önemlisi.. 

vaktim yine az bu yüzden şimdi de fazla bir şey yazamayacağım ama yine de son dönemde izleyip de sizin de izlemenizi isteyeceğim filmlerin bazılarından bahsetmek istiyorum biraz..

ilk bahsedeceğim film pelin esmer’in yönettiği ‘11’e 10 kala’ filmi.. son zamanlarda izlediğim en iyi yerli yapımlardan birisi.. tabi izleyen herkesin aynı hazzı , zevki alacağını sanmıyorum.. filmde anlatılan kolleksiyoncu ‘mithat amca’nın hikayesi.. saatlerden kitaplara , gazetelerden dergilere kadar her türlü şeyin kolleksiyonunu yapan mithat amca’nın evi adeta bir antikacı , kitapçı karışımı kutsal bir mekan.. mithat amca’nın vefasız ve görgüsüz komşularına , akrabalarına karşı onurlu direnişini ve kendi dünyası içinde uğraşıp didinmesini anlatıyor film.. sanırım beş altı kez izledim.. filmi izlerken bir yandan duygulanırken bir yandan da o kadar huzur doluyorum ki anlatamam.. hiç sıkılmadım , her izleyişimde ayrı bir heyecanlandım.. başrollerde mithat esmer ve nejat işler’in olduğu bu filmde kapıcı ali rolünü oynayan nejat işler’in performansı da her zaman ki gibi mükemmeldi.. nejat işler’i ilk izlediğimden beri hiçbir zaman kötü bir oyunculuğuna rastlamadım.. bir torpil de söz konusu değil asi kişiliğinden dolayı.. en güçsüz senaryo da bile ön plana oyunculuğuyla hemen çıkıyor.. nedense yerli oyuncular arasında serdar orçin ve nejat işler’i her zaman en iyi oyuncular kabul ediyorum.. neyse konuyu yine dağıtıyorum sanki bu yüzden konumuza geri döneyim 11’e 10 kala izlenmesi gereken bir film kaçırmayın hemen edinin ve izleyin..

bahsedeceğim ikinci film ise onur ünlü’nün ‘beş şehir’ filmi.. onur ünlü de benim torpilli yönetmenlerim arasında.. ah muhsin ünlü olarak şairliği konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim.. hele son mavi marmara katliamından sonra bir sitede yazdığı küfür dolu şiiri ona hiç yakıştıramadım.. her ne kadar kendisi ‘bir şiirimi yapacağım on iyi filme değiştirmem’ dese de filmleri birer başyapıt.. şiirleri konusundaki olumsuz düşüncelerime rağmen işte aynı onur ünlü’nün tüm filmleri gibi son filmi ‘beş şehir’ için ne yazsam azdır.. ustanın önünde saygıyla eğiliyorum.. usta döktürmüş yine.. beş şehir , her ne kadar ismi beş şehir olsa da bir polis , tezgahtarlık yapan bir öğrenci , bir seyyar oyuncak tren satıcısı , 11 yaşındaki bir çocuk ve bir öğretmenin üç ayrı şehir de geçen ama bir noktada kesişen beş insanın hayat hikayesini anlatıyor.. ha bir de filmimizin bir kedisi var ki onur ünlü’ye filmin bu kedisi konusunda ne kadar teşekkür etsek azdır.. her ne kadar bazı yönlerden aksamalar ve eksiklikler olsa da kedili sahneler filmin en bayıldığım kısımlarındandı.. filmin başrol oyuncularından bülent emin yarar her zaman ki büyük oyunculuğunu gösterirken , beste bereket , tansu biçer ve ahmet rıfat şungar’ın oyunculukları da üst düzeyde.. ama bence tansu biçer en öne çıkan oyuncu filmdeki.. antalya altın portakal film festivalinde en iyi senaryo ödülünü alan beş şehir kaçırılmayacak bir film ama beş acı hikayeye dayanamam derseniz izlemeyin derim.. onur ünlü usta’nın yeni filmlerini sabırsızlıkla bekliyoruz.. bu yazının repliği de bu filmden olsun :

‘şevket (ahmet rıfat şungar) : – belli..senin hiç şiir falan okuduğun yok..eğer okusaydın bilirdin ki aşk adamı sınanmaz…’

izlerseniz kendinize bir güzellik yapacağınız filmlerden birisi de tolstoy’un son zamanlarını anlatan yönetmen michael hoffman’ın ‘last station’ filmi.. christopher plummer tolstoy’u canlandırıyor.. tolstoy’un son zamanlarını nasıl geçirdiğini , çok sevdiği eşinden hangi şartlarda ve nasıl kaçtığını , çocukları ile ilişkilerini  yanında çalışan özel kalemi bulgakov’un gözünden anlatan bir film.. tolstoy’un eşini oynayan helen mirren döktürüyor oyunculuğuyla.. bir de benim kadrolu oyuncularımdan ‘paul giametti’nin performansı da çok güzel.. filmde tolstoy’un sağ kolu ‘vladimir chertkov’u canlandırıyor paul giametti.. tolstoy’un ölümünün halka açıklandığı sahne ‘camille claudel’ filminde victor hugo’nun ölümünün paris’te kulaktan kulağa yayıldığı anların anlatıldığı sahneler kadar etkileyiciydi..

sizlere izlemenizi önereceğim dördüncü film ise amelie’nin yönetmenliğini yapan ‘jean-pierre jeunet’in son filmi : ‘micmacs à tire-larigot’.. dany boon’un filmin ana karakteri ‘bazil’i oynadığı film hafif bir militarizm , silahlanma ve ırkçılık karşıtlığı içeriyor ama ileriye gidemiyor.. ‘bazil’in hayatında silahlardan yana hiç şansı yok.. kendisini yetim bırakan sonra büyüdüğünde yine kendisini ölüme yaklaştıran hep silahlar oluyor.. ama bazil’de sonunda şartel atıp , kayış kopuyor intikam almaya karar verdiği anda müthiş heyecan başlıyor.. iyilerin film boyunca kötülerin ödünü koparıp yüreklerine indiği , iyilerin kazandığı bir masal izlemek istiyorsanız kaçırmayın bu filmi.. eğlenceli , hayat dolu bir film.. ama sadece o kadar..

filmler ve sinemadan konu açılınca yazmak yazmak hep yazmak istiyorum.. ama şimdilik bu kadar yeterli sanırım çünkü neredeyse abbas kiarostami’nin ‘şirin’ filminden bahsedecektim.. ama anlatmaya başlarsam sayfalar dolusu yazarım.. abbas kiarostami yine bir şaheser film yaratmış : ‘şirin’..  ‘şirin’.. ‘şirin’.. ya arkadaş bu nedir ya.. tamam güzel bilirdim acem , iran kadınlarını ama filmin  ilk anlarından itibaren manyak etti beni kiarostami.. yaşlısından gencine ilk on dakika içinde onlarca iranlı kadın görünüyor filmde.. hepsine ayrı ayrı taptım.. iran’a mutlaka gitmek istiyordum , şimdi iran’a gitmek farz oldu , şart oldu.. yok böyle güzellik.. ha bu güzellerin arasında herkesin tanıdığı birisi de var iran’lı kadınlara eşlik eden : juliette binoche.. kimse kızmaz umarım fakat filmdeki iranlı kadınların eline su bile dökemez güzellik konusunda bu güzel oyuncu..

tamam tamam ‘bazil’ gibi bende de kayış koptu yine bitiriyorum dedim ama başka filme girdim yine.. burada bitiriyorum.. sonra uzun uzun bahsederim ‘şirin’den.. aklınızda bulunsun değişik bir film ‘şirin’.. bu ne ya diyebilirsiniz.. bazılarına değişik gelebilir tarzı sonra kızmayın.. ama eminim o güzellikler karşısında donup kalacaksınız ve kızmayı unutacaksınız bana..

şimdi intervention divine (yadon ilaheyya-kutsal direniş) filminin müzikleri arasında da olan ‘tango el amal’ı nour el houda söylüyor.. ‘tango el amal’ ve ben ‘seninleyim’ yine sana inat ‘İKİZİM’..  

gülüşünüzle kalın , filmsiz de kalmayın..’

Crockett..

Comments are closed.