savrulmayan yapraklar..

savrulmayan yapraklar..

‘sensizliğin’ ve hayatın rutin boğuculuğu altında ezilirken , pazartesi günü nefret ettiğim telefonlarım öğleden sonra bir halt olmuş gibi çalmaya başladı yine.. baktım tanımadığım bir numara , doğal olarak cevap yok.. sonra dikkat ettim aynı numara son bir haftadır defalarca arayan bir numara.. yıkılsa dünya açmam yine de.. açmadım..

beş on dakika sonra kapı çaldı , açan arkadaşlar ‘umut’ diye birisinin geldiğini haber verdiler.. o sıkıntı içinde küfürler yağdırarak kendi kendime ‘kim bu umut’ derken girişe doğru yöneldiğimde baktım bizim ‘umudo’ klasik gülümseyişiyle duruyor.. ve saydırıyor bana : ‘niye telefonlarını açmıyorsun ulan’.. meğer günlerdir arayan oymuş..

vay vay vay.. kaç yıl oldu görmeyeli kaç yıl.. duygulandım.. 20 yıl öncesinden başlayan arkadaşlığımız , çocukluğumuzdan gençliğe adım atarken beraber yaşadığımız yüzlerce anı , olay.. kaybedip de hiç ummadığım anda bulduğum sımsıcak bir kalp..  sarıldım , sarıldık.. insan yol aldıkça hayatta daha da duygusallaşıyor , neredeyse ağlayacaktım..

dünyada her şey değişiyor , herkes değişiyor zaman geçtikçe : fiziksel , düşünsel , ruhsal vs.. ama bizim ‘umudo’nun bir farkı var : o fiziksel olarak da hiç değişmiyor.. ‘umudo’ hala aynı umudo.. insan hiç değişmez mi ya.. yok ‘umudo’ hiç değişmez.. liseden mezun olduğumuzda ‘umudo’ nasılsa fiziksel olarak yine aynı.. biz şekilden şekle girmişiz , yamulmuşuz , dağılmışız ama ‘umudo’ hala dipçik gibi , zıpkın gibi.. ‘maşallah’ diyeceğim lafın gelişi ama onun işi olmaz maşallahla , nazar boncuğuyla..

oturduk bir iki lafladık.. durumlarımızı kısaca özet geçtik.. ispanya ve almanya arasında dolanıp duruyormuş ‘umudo’.. iki ülkede yaşıyorum diyor.. ingilizce’nin yanına ispanyolca’yla , almanca’yı da eklemiş.. sevindim.. mutlu görünüyordu çünkü biraz olsun.. gözleri ışıldıyordu hala lisedeki gibi.. adı gibi hala umut doluydu.. çevremde böyle savrulmayan yaprakların , fırtınalara karşı ayak direyenlerin , umutla gülümseyenlerin olduğunu hatırlayınca ben de gülümsüyorum , kalbime bir sıcaklık yayılıyor..

kısa bir sohbetten sonra kalktık kadıköy’ün sokaklarına daldık eski günlerdeki gibi.. her köşesinde değil her adımında bu sokakların bir anımız var.. dolaştık , dolaşırken anlattık , güldük , kahkahalarla birbirimizin üzerine yıkıldık ; sonra bazen hüzünlendik , gözlerimiz doldu , küfrettik ; hayatımıza giren , girmeye çalışan çiyanlara ve kötülere küfrettik fütursuzca.. ellerimiz kollarımız rahat durmadı bazen birbirimize saldırdık , kapıştık lise yıllarındaki gibi.. benim gözlüklerimi nasıl , nerelerde kırdığını hatırlattım ona.. sayısını unuttum ama olsun varsın feda olsun ona gözlükler.. hele bir tanesi var ki akıllara zarar.. onu da unutmuş ‘umudo’.. ayrıntıyı vermeyeyim ama 17 – 18 yaşlarındaydık sanat , edebiyat , siyaset içeren bir konu da okula giderken tartışıyorduk.. bir o duruyor bana bağıra çağıra bir şeyler söylüyor bir ben.. neyse tartışmanın dozajı artık o dereceye gelmişti ki vücut dilini iyi kullanan ‘umudo’ sol taraftaki vitrinlere bakıp bir şeyler anlatırken sağ kolunu bana doğru uzatınca benim bir haftalık yeni gözlüklerim havalandı gökyüzüne doğru ve sonra kaldırımları öptü çatt diye.. bir camı kırıldı , bir de gözlüğün sağ kolu.. donduk kaldık.. gittik hemen gözlük cesedinin başına , ‘umudo’ özürler diliyor , bense akşama evdekilere ne yalan söyleyeceğimi kurmaya çalışıyorum aklımda , bir de tüm günü okulda nasıl geçireceğimi düşünüyorum.. toparlandık , okula doğru giderken ‘umudo’ en nazik sesiyle bir daha böyle kapsamlı , sosyal içerikli tartışmalar yaptığımızda kendimizi kaybetmememiz gerektiğini bana anlatıyordu..

‘umudo’yla binlerce anımız var.. o gün hangi birine güleceğimizi , hüzünleneceğimizi şaşırdık.. oturduk bir yerde önce zıkkımlandık.. sonra çöplüğüme geldik , baş başa gece yarısına kadar içtik.. kafalar çakır olunca ‘itiraflar’ da başladı tabi.. ben ‘umudo’yu sarhoş ettiğim bir gün babasının kütüphanesindeki kapitallerinin üç cildini ve yine tuğla gibi olan seçme eserlerinin üç cildini bana nasıl hediye ettirdiğimi hatırlatınca ‘şerefsiz kitap hırsızı’ dedi gülümseyerek.. ama ben de ona kendisinin benim kütüphaneden bir haftalığına aldığı onlarca kitaplık bir yürütme hikayesini anlatınca ‘ödeşmişiz’ dedi kahkaha atarak..

sohbet sohbeti açtı.. ‘umudo’ aynı.. her şeyiyle.. hala ‘fenerbahçeli’ mesela.. hala aynı derecede koyu fenerli.. ya adam yurtdışında bile  maçları kaçırmıyormuş , günü birlik uçağa atlayıp türkiye’ye gelip maçları izliyormuş kadıköy’de.. hatta ali sami yen’deki galatasaray derbisine gelmiş , fotoğraflarını gösterdi.. ‘lan ne iş’ dedim.. sporun siyasetle , ekonomiyle , sistemle ilişkilerini , etkileşimlerini konuştuk.. faşist franconun spora bilhassa futbola bakışından girdik livorno’ya , faşist lazioya , hoffenheim’a , futbolun ‘günümüzün afyonu’ haline getirilmeye çalışılmasına kadar her şeye girdik çıktık , özet geçtik , tartıştık..

sonra bir ara bana ‘vamos bien’den bahsetti.. ‘vamos bien’ ispanyolca ‘iyi gidiyoruz , her şey yolunda’ anlamına gelen bir cümle.. aynı zamanda fidel castro’nun bir kitabının da adıydı sanırım..

umudo’nun bahsettiği ‘vamos bien’in ise  fenerbahçe tribünlerinin içinde dejenere olmaya karşı duran , hala spora spor bazında , kardeşleşme bazında bakabilen bir taraftar topluluğu olduğundan bahsetti.. ‘taksime bir mayısa çıktılar , görmedin mi alanda’ dedi.. tekel işçilerine verdikleri destekten , katıldıkları diğer gösterilere ve pankartlarına kadar her şeyden biraz biraz anlattı.. sonra bir mayıstaki görüntülerini izletti ‘vamos bien’in..

beni ‘vamos bien’ci yapacaktı , aklından geçen kesin buydu.. ‘içirdim , şimdi renklerini değiştiririm bunun’ diyordu içinden mutlaka.. renklerimiz farklı olsa da kalplerimiz bir be ‘umudo’..

sohbet hiç bitmesin diye zamandan , mekandan  koptuk sanki.. fakat bitti işte.. gece yarısı atladık bir taksiye evlere tevzi olduk.. takside de tam gaz sohbete devam , kafasını açtık taksicinin..

yatağıma ulaşabildiğimde gözlerim kapandı ama ben hala gülümsüyordum..

sonra gece yarısı bir masal gibi uyutan bir mesaj geldi telefonuma ‘umudo’dan aynen kendisi gibi umut dolu : ‘güzel günler göreceğiz.. , her ilkbaharda yeniden çiçek açacağız..’

ne diyeyim ben sana..

‘tüm gözlükler feda olsun’ sana ‘umudo’..

Crockett..

(Fotoğraflar : Crockett.. – Gölcük , Bolu..)

Comments are closed.