‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

günlerdir bir şeyler yazmak istiyorum , yazamıyorum.. canım öyle sıkkın , öyle sıkkın ki.. zaman zaman patlamalara dönüşüyor içimdeki sıkıntı.. her şey , herkes üzerime üzerime geliyor.. sanki dünyadaki tüm kötülüklerin , aksaklıkların sebebi benmişim gibi.. herkes dünyanın merkezine kendisini koymuş.. herkes çemberin içinde ve herkes bir de üstüne üstlük çemberin merkezi sanıyor kendisini.. bir ben dışında kalmışım..

dün doruk noktasına vardı bu sıkıntı , bezginlik.. kendimden tiksindim artık.. ben de hata.. nefes almaya çalışmak , nefes almaya çabalamak , bunda diretmek salaklık gibi geldi bana..

kafama mermi gibi çakılan iki cümle kendimden tiksindirdi bu pislik , saçma sapan dünyada nefes almaya çabaladığım için…. kendime son noktayı koydurdu..

birinci cümle beynime isabet etti ikincisi kalbime..

‘adam değilsin..’

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

yedim bu mermileri kalbime ve beynime.. bir süre yığıldım kaldım.. düşünmeye , algılamaya çalıştım.. bu cümlelere hayatım boyunca kaç kere muhatap olmuşumdur diye düşündüm.. ama söyleyene göre etkisini değiştiriyor işte.. kimisi tabanca mermisi gibi , kimisi tank mermisi gibi , kimisi tonlarca ağırlığındaki uçak mermileri gibi.. 

ben artık en ağırını , en acısını yemişim ki o kulakları sağır edici patlama ertesi sessizlikten sonra fırladım hem kafamı hem kalbimi söktüm attım.. kalpsiz ve içi boş bir kafayla boş boş , alık alık ineklerin trenlere baktığı gibi hayata ve insanlara bakmak en güzel şeydir diye düşündüm..

koştum en yakın pis bir çöplüğe beynimi attım kediler ziyafet çeksin diye.. çarşıdaki en yakın umumi tuvalete de kalbimi attım , sifonu da çekmedim.. layık oldukları yerler oralardır diye düşündüm.. bana şu ana kadar en çok acı çektiren iki boktan organım.. intikam mıydı.. kurtuluş muydu.. bilmiyorum..

yakınlarda izlediğim bir hollywood filminde de ruhlarını taşımaktan acı çeken ya da yorulan insanların ruhlarını vücutlarından bir makineyle çıkarıp insanlar için bunları diledikleri süre kadar saklayan bir ruh bankasını anlatan bir film izlemiştim.. sanırım adı ‘cold souls’ filandı.. senaryo belli yerlerde tökezliyordu ama anlatmak istediğini anlatıyordu.. paul giametti’nin oyunculuğu filmin tökezleyen yerlerini kurtarıyordu.. filmde devreye her sektörde olduğu gibi mafya giriyordu.. ruh mafyası bu bankadan ruhları çalıp başka kişilere satıyordu.. aynı zamanda ruh mafyası para karşılığı satın aldığı şair , sanatçı gibi insanların ruhlarını paul giametti’nin ruhunu saklattığı  ruh bankasına satıyordu.. doğal olarak hollywood yapımı film olduğundan dünyadaki tüm kötülüklerin başları hala ruslar olduğundan ‘ruh mafyası’ da bir ‘rus mafyasıydı’ yine.. güzel uyumlu oluyor işte : ruh mafyası – rus mafyası.. güzelim senaryoya ezeli ve ebedi düşman olarak yine rusları koyarak filmi rezil ediyorlar ama izlenilecek bir film tavsiye ederim..

ben de bu filmdekinden daha fazlasını yaptım kalbimi ve beynimi layık oldukları yerlere gönderdim.. dünden bu yana biraz hafiflemiş gibiyim.. bakalım yan etkileri ne olacak.. gerçi yemişim yan etkisini , varlıkları yeterince hayatımı katlediyordu zaten..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü çalmayı çırpmayı bilmem..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü yalan söylemeyi bilmem..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü bu acımasız kapitalist sisteme inanmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü karşılıksız paylaşmayı severim..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimsenin arkasından konuşmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimseyi içki sofralarına meze yapmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimsenin arkasından plan yapmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü başka bir niyetim yoktur arka planda hiçbir zaman..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü sevdiğim insanları gerçekten severim , karşılıksız..

ayrıca ‘adam da değilim’ zaten , hiçbir zaman da adam gibi olmayacağım..

‘adam mı’ olmak istiyorsun önce yalan söylemeyi öğreneceksin , çalıp çırpacaksın , karşı cinsine hep ekmek çıkar diye hesaplar yapıp yalanlar söyleyip planlar yapacaksın sonra sarkacaksın ya tutarsa hesabı , sevgi sözcüğünü sözlüğünden çıkaracaksın , herkesi ezeceksin , herkese art niyet besleyeceksin , sinekten yağ çıkarmayı bileceksin , karşındaki insanın yüzüne gülüp , en güzel şeyleri söyleyeceksin ve sonra ondan en güzel şekilde faydalanacaksın çekinmeyeceksin hemen derisinden giysi , sütünden peynir , saçından ampul teli yapacaksın , sonra da işe yaramayınca bir de satıp artıklarından kazanacaksın , adam mı olacaksın son olarak da dünyanın her yerinde  hükmedenlere en güzel şekilde itaat edeceksin.. itaat etmeyi bileceksiniz ki büyüklerin sofrasına yakın olasınız böylece büyüklerin sofrasından aşağıya düşen kırıntılardan sebeplenesiniz.. e bal tutan parmağını yalar demişler..

işte böyle benim ruh halim sağlıklı değil ve de adam değilim..

dileyen dilediği gibi düşünsün , artık kalbim de beynimde yok..

şimdi gelelim ikinci meseleye..

‘aylakadamız..’

üç gün sonra birinci yılını dolduracak..

zaman ne çabuk geçmiş..

hatırlıyorum da ‘reis’ büroda ilk ‘aylakadamız’ fikrini söylediğinde ben hariç herkes dalga geçip gülmüştü.. sonra bazıları sözler verdiler , bizler yazarız falan filan dediler.. sonra yola koyulduk.. ve yola koyulduktan sonra arkamıza baktık ki herkes kaçışmış bir başımıza kalmışız.. neyse biz satılmaya alışkın olduğumuzdan yola devam ettik.. önce çok kafa bulanlar oldu ‘aylakadamız’la hem çevremizden hem uzaklardan.. biz yapıcı eleştirilerin hepsinden faydalandık.. kafa bulanlara , dalga geçenlere , gülenlere biz güldük.. önce onlarda , yirmilerde geziniyordu ziyaretçi sayımız.. sonra yüzleri bulduk.. bir de baktık ki ‘aylakadamız’ın freni kopmuş.. öyle siteler var ki onlarca yazarıyla bu kadar müdavimi bulamıyor , bu kadar okuyucusu olmuyor..

okuyucu sayımız dışında ilginç olan bir hususta ‘aylakadamızın’ almanyadan endonezyaya , endonezyadan , jamaikaya , koreye , israile , japonyaya , amerikaya  , avustralyaya , irana kadar dünyanın her ülkesine yayılan bir takipçi profilinin olması..

bir de aylakadamız’a yazma teklifinde bulunduğumuz bazı arkadaşlarımızın öyle komik bahaneler bulması var ki artık gülecek halimiz kalmadı..

bazıları eleştirilerinde diyor ki siteniz çoğunlukla alıntılar sitesi gibi.. özgün şeyler yok.. gel yaz diyorsun , özgün bir şeyleri sen döktür diyoruz.. hemen kaçıyorlar.. ayrıca amaçlarımızdan birisi de okuyup , dinleyip , izleyip bunları paylaşabilmek , tanıtabilmek.. bazı siteler gibi sağdan soldan kopyalayıp yapıştırıp paylaşmıyoruz.. ha bizden kopyalayıp yapıştırmak isteyenler özgür her konuda.. biz de sınır yok..

işte böyle laf çok icraat yok.. ama şunu söyleyeyim bu arkadaşların siteyi iyi incelemedikleri , yeterince takip etmedikleri ortada..  ‘aylakadamız’ bir alıntılar sitesi değil.. hayal kırıklıklarımızdan , umutlarımıza , gözyaşlarımızdan yaşadıklarımıza kadar her şey var sitede.. yeni yayınlar , filmler , edebiyat , müzik , sanat , siyaset , spor dünyasından haberler var.. özetle söylemek gerekirse bizimle kalpleri atan herkesle paylaşmak istediğimiz şeyleri paylaşıyoruz burada..

üç gün sonra ilk yılını dolduracak ‘aylakadamız’..

biz yola devam ediyoruz..

kapımız da herkese açık.. gerisi hikaye.. vız gelir tırıs gider boş laflar..

çaya çorbaya , adaya modaya limon..

şimdi bana müsaade rakı erik faslına gireceğim.. kalpsiz ve beyinsiz şekilde ağlamadan bir rakı içeyim bari abidin abimle..

bitmesin dertler …… ….. .

Crockett..

uçmaya devam.. ‘genjiiiiii.. uç genji.. uçççççç..’

Comments are closed.